Nilüfer Belediyesi’nin geçen ay hizmete açtığı Koza Kütüphane’de düzenlenen ‘Koza Buluşmaları’nın ilk konukları; Birgül Oğuz, Mahir Ünsal Eriş ve Hakan Akdoğan oldu.
Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü’nün yeni kütüphanesi Koza Kütüphane’de, ziyaretçilerin hem bilgiye erişebilecekleri, hem de sosyalleşebilecekleri etkinlikler başladı. Bu kapsamda gerçekleştirilen ‘Koza Buluşmaları’nın ilk konukları Yazarlar Birgül Oğuz, Mahir Ünsal Eriş ve Hakan Akdoğan oldu. Sanatseverlerin yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte usta kalemler, ‘Yazının Tedirginliği Olarak Yüzleşme’ üzerine keyifli söyleşi gerçekleştirdi.
Programa katılıma gösterilen ilginin sevindirici olduğuna söyleyen Hakan Akdoğan, “Görükle Koza Kütüphane’de açılış sonrası ilk etkinlikteyiz. Biraraya geldiğimiz bu odanın anlamı çok büyük. Adı ‘Dönüşüm’. Burada Franz Kafka’nın ‘Dönüşüm’ romanının ilk cümlesi var. Burayı bir ‘Dönüşüm Odası’ düşünebilirsiniz. ‘Dönüşmeye hoş geldiniz’ diyorum. Adı da ‘Koza’. Tırtıldan kelebeğe dönüş. Zira okumak ve daha sonra onun üzerinden dönüşmek böyle bir şey” diye konuştu.
Önemli iki konukla doğaçlama ortaya çıkan bir konu üzerine söyleşi gerçekleştireceklerini söyleyen Hakan Akdoğan, edebiyatın getirdiği tedirginlik üzerine yüzleşmeyi konuşacaklarını belirterek, herkesin kendisiyle ve hayatla bir yüzleşme yaşayacağını dile getirdi. Konuşmasını kelimelerden yola çıkarak sürdüren Akdoğan, “Kelimeler insanları yaralar, kanatır daha sonra o yara da kabuk yapar ve iyileştirir. Kendinle yüzleşme böyle bir şeydir. Kendini kanatırsın. Sonra da iyileşirsin ve daha güçlü olursun. İşte edebiyatla yüzleşmek biraz da kendini kanatarak, daha güçlü hale gelmek demektir” dedi.
Vaktinin büyük bölümünü dili düşünerek geçirdiğini anlatan Yazar Mahir Ünsal Eriş ise insanın ifade araç ve imkanlarının sınırlılığı üzerine çok düşündüğünü ifade etti. Yazdıklarının dil üzerine düşündüklerinin binde biri bile olmadığını ifade eden Eriş, “Çünkü sözlü dilin, yazılı dilin, insan iletişiminde sınırlayıcı bir dizge olduğunu düşünüyorum. Aslında insan düşünebildiğinin çok az bir kısmını yazılı veya sözlü olarak ifade edebiliyor. Genel olarak elimdeki manzaraya bakınca böyle bir şey görüyorum. Hiç böbrek sancısı çeken oldu mu? Böbrek sancısını ifade edebilecek bir sözcük yok. Belki onu betimleyecek bir takım dilsel alanlardan geçecek ifade imkanları yaratabilirsiniz ama öyle bir kelime etmeliyim ki o kelimeyi ettiğimde herkes aynı böbrek sancısını duyabilmeli duygusuna bu hevesle cevap verecek bir kelime yok. Çünkü dil, düşüncenin evi olmakla birlikte aslında düşünceyi kapsayabilecek kadar büyük bir ev değil” diye konuştu.
Dilin, hem haletiruhiyeyi dışarıya yansıtırken tek araç, hem de aynı zamanda kocaman bir engel olduğunu belirten Yazar Birgül Oğuz da, bir imkansızlık deneyiminin yaşandığını kaydetti. ‘Gerçeklik nedir? Nasıl temsil edilir?’ sorularının aslında sanatın, edebiyatın temel sorularından olduğuna dikkat çeken Oğuz, “Bu ikisi arasında mütekabiliyet ilişkisi hikayeyi anlattım. Böyle bir haletiruhiyeye, böyle bir insan hikayesi atadım. Ama tam olmadı. Belki esas konuşmamız gereken şey bunu ne kadar üstlenebileceğimiz. Bazen bir esere baktığımda tek görebileceğim şey o oluyor. Bunu yazan kişi, orada sesini bulmak isteyen varlık diyeyim sesini bulamıyor” dedi.
Keyifli geçen söyleşinin ardından konuklar, katılımcıların sorularını yanıtladı. Programın sonunda yazarlar, okurlarıyla sohbet ederek, kitaplarını imzaladı.