“Anadolu’nun Hüzünlü Sesi: Gülay Hacer Toruk”

“Anadolu’nun Hüzünlü Sesi: Gülay Hacer Toruk”
Yayınlama: 25.10.2025
A+
A-

BURSA VATAN MEDYA GRUBU – ZEKİ BAŞTÜRK’ÜN KALEMİNDEN
“Anadolu’nun Hüzünlü Sesi: Gülay Hacer Toruk”
(Uğur Mumcu Sahnesinde Duygulara Dokunan Bir Akşam)

Bursa’da sanat dolu, duygu yüklü bir akşamdı…
Uluslararası sanat insanı Prof. Dr. Hasan Erkeğin nazik yönlendirmesiyle tanıştım, Anadolu’nun hüzünlü sesi Gülay Hacer Toruk ile.
Ataevler Uğur Mumcu Sahnesi’nin girişinde karşıladı beni; güleryüzlü, sıcacık, tevazu dolu bir sanatçı.
O dakikadan itibaren anladım ki bu akşam yalnızca bir konser değil, bir kültür yolculuğu yaşanacaktı.


 Nomades: Göçebe Ruhun Müziği

Söze grubun adından başladık.
“Nomades” — yani “Göçebeler”…
Yunanca nomás kökünden gelir; “otlak arayan, dolaşan” anlamındadır.
Yerleşik düzene geçmemiş, mevsimlere göre yol alan, değişimden beslenen toplulukları anlatır.
Ama Gülay Hacer Toruk’un yorumuyla bu kelime yalnızca fiziksel göçü değil; zihinsel, kültürel ve duygusal bir yolculuğu temsil ediyor.

“Nomades,” dedi bana,
“Bir sınırın, bir kalıbın içine hapsedilemeyen insanın halidir.
Bir kimliğe sığmayan, kendi yolunu kendi çizen insanların müziğidir.”

Ve evet, bu müzik tam da öyleydi…
Ne tam Doğulu, ne tam Batılı;
ama tam anlamıyla insanî.


 Kimdir Gülay Hacer Toruk?

İstanbul doğumlu, bugün Paris merkezli yaşayan bir sanatçı.
Bir şarkıcı, bir besteci, bir yazar, bir öğretmen…
Ama her şeyden önce bir köprü:
Doğu ile Batı’yı, gelenekle çağdaşı, yerelle evrensi olanı buluşturan bir köprü.

Gülay Hacer Toruk’un sesi;
Anadolu’nun tozlu yollarından yükselen bir ağıt,
İstanbul’un sokaklarında yankılanan bir şarkı,
Paris’in konser salonlarında duyulan bir dünya ezgisi gibi.

Müziği, Anadolu halk geleneği, Osmanlı klasik mirası ve modern dünya müziği arasında ince bir denge kuruyor.
Bir yanda Karacaoğlan’ın dizeleri,
diğer yanda Fransız film müziklerine dokunan çağdaş düzenlemeler…


 Sahnede Beş Ruh, Tek Yürek

Konser başladığında sahnede beş kişilik bir ekip vardı.
Her biri, bir kültürün sesini taşıyan enstrümanlarla donanmış:
Bas tuba, ut, saksafon, yan flüt ve def…
Yabancı ve yerli çalgıların, nefesli ve vurmalı sazların bu kusursuz harmanı,
Anadolu’nun kadim melodilerini dünya sahnesine yakışır bir zarafetle sundu.

Ve o anda Gülay Hacer Toruk’un sesi…
Kadife gibi yumuşak, ama içi yanık bir ses…
Ne bağırıyor, ne haykırıyor;
ama her kelimesiyle yüreğe dokunuyor.

Sesiyle değil, ruhu ile şarkı söylüyordu.
Her nota bir hikâye,
her ezgi bir göç yolculuğu gibiydi.


 Anadolu’dan Paris’e, Paris’ten Kalplere

Toruk’un müziği sınır tanımıyor.
Anadolu’dan aldığı ilhamı, evrensel bir dille yeniden şekillendiriyor.
O, müziğiyle sadece kulaklara değil, vicdanlara da seslenen bir sanatçı.

Mistik tınılarla, halk anlatılarını harmanlayarak kurduğu sahnesi,
bir konserden çok bir duygu ayini gibiydi.
Uzun havalar, aşkın ve ayrılığın ezgileri,
Karacaoğlan şiirlerinin büyüsüyle birleşince
sahnede bambaşka bir gerçeklik doğdu.


 Tevazu, Zarafet ve Sanatın Sessiz Gücü

Konser bitiminde düşündüm…
Gülay Hacer Toruk, bize müziğin sadece “yüksek sesle” değil,
kalpten, içten ve sessiz bir güçle de icra edilebileceğini gösterdi.

Gürültüsüz ama etkileyici,
alçakgönüllü ama derin,
sade ama büyüleyici…

Kendisine gönülden teşekkür ediyorum.
Bu toprakların sesini dünyaya taşıyan,
sanatın birleştirici gücünü hissettiren
böylesine değerli bir sanatçıyı tanımak benim için büyük bir onur.

Sesine, yüreğine sağlık Gülay Hacer Toruk…
Anadolu’nun sesi, insanlığın ortak melodisi olmaya devam et.

Zeki Baştürk
Bursa Vatan Medya Grubu – Köşe Yazarı

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.