Köşe yazarımız Ahmet Koçak kaleme aldığı yazıda bir gezinin arka planını güz yüzüne çıkarttı. Koçak;
Geçenlerde Bursa’dan İstanbul’a gittim araba ile. Gitmeden önce ne olur ne olmaz diye HGS puluna üç yüz lira yükledim. Araba da kıskanmasın diye altı yüz liralık mazot doldurulurken; “mazot otuz lira olur mu? Mazot otuz lira olur mu? diye çok sayıkladım. Geçen yıl yüz elli liralık mazotla Çorlu’ya gidip gelmiştim. Dönüşten dokuz ay sonra Karayolları’ndan ve köprülerden borcum olduğuna dair mesajlar alınca e- devletten sorgulama yaptım ki Türkiye’nin en borçlu adamı benmişim de haberim yokmuş. İşleyen faizler de cabası. Paralı yerlerden geçmediğimi sanıyorken yoldaki tuzaklar beni çekmiş giriş çıkış yapmışım bilmeden.
Feribotla mı, Osmangazi Köprüsü’yle mi, körfezi dolaşarak mı karşıya geçmek daha uygun diye araştırma yapmadım. Çünkü üçünün de aynı hesaba gelmesi için ayarlama yapıldığını iyi biliyorum. Bizde zekâ var da yönetenlerde yok mu?
Arabayı feribota park ettikten sonra girişte kısa boylu, emekli öğretmene benzer, yaşlı bir adamın sigara içtiğini gördüm. Kırk dakika manzaraya bakarak konuşmadan geçmezdi. Yanına gittim. Laf açmak için laf atmam gerekiyordu, attım “feribotta sigara içmek yasak değil mi?”
“Yok. Bu bölümde yasak değil.” demesiyle geçici bir söyleşi arkadaşı bulmuş oldum.
“Emekli öğretmene benzettim sizi” dedim. Sigarasından bir nefes çekti,
“ben çok istedim öğretmen olmayı da babam ille harp okuluna git, dedi. Hava Harp okulunu birincilikle bitirdim. Bendeniz havacı Albay Kemal” diyerek elini uzattı tokalaşırken:
“Albay mısınız? Ne kadar güzel! Ne yalan söyleyeyim sizi karşıdan görünce emekli öğretmene benzetmiştim. Emekli asker olmanıza çok şaşırdım.” dedim. İçimden geçenleri söylesem mi acaba? Adam koskoca albay kızmasın sonra? diye ikircikler yaşarken söyleyiverdim; “ya komutanım siz albayım deyince boylu poslu, yakasından madalyalar sarkan, gür sesi ile yeri göğü inleten birini beklerken karşımda kısa boylu, yavaş sesle konuşan, gariban görünüşlü birini görünce çok şaşırdım.” deyip gözlerine baktım. Yaşlı gözleri gülümsemesi ile hafif kısıldı, denize doğru baktı, “yaş yetmiş üç be arkadaşım. Bir zamanlar dediğin gibiydim.” dedi. Geçmişte uzun boylu çakı gibi bir pilot olduğunu da hayal edemedim.
Orta yerde bal tadında söyleşi olur da etrafta arılar olmaz mı? Kilolu bir adam yanımıza yanaştı. Ürkek ürkek;
“Efendim demek siz albaysınız. Ben Kenan Evren’in aşçısıydım askerdeyken.” diyerek söyleşiye kendisini de kattı. “Askeri darbede rütbeniz neydi af edersiniz komutanım.” diye sordu. Komutan: “Yüzbaşıydım.” diye yanıtladı ve devam etti:
“Bazıları askeri darbeyi kınıyormuş gibi görünüyor günümüzde ama ülke elden gidiyordu. Kardeş kardeşi vuruyordu.” dedi. Aşçı ona hak verircesine başını salladı. “Biliyor musun albayım, ben askerdeyken Kenan Paşa’nın özel aşçısıydım. Albayları bile içeri almazdım.” dedi. Ben, komutana yağcılık olsun diye; “olur mu öyle şey. Sen ersin ve subayları yemekhaneye almıyorsun?” Komutan araya girdi: “Olur olur neticede Evren’in canı emanet edilmiş. Ya biri girer de zehir atarsa yemeğine” diye ere hak verdi. Bir süre falan paşayı tanır mısın muhabbeti sürdü. Aşçı: “Komutanım Kenan Paşa çok radikal biriydi. Bir konuşmasına tanık oldum. İstanbul’a gelmiştik birlikte. Garnizon komutanına; “İstanbul’da asayiş nasıl? “diye sordu. Garnizon komutanı (adını söyledi ben unuttum):
“Asayiş berkemal de komutanım şu sahile sevgilileri ile gelip arabada bekleyenlere bir türlü engel olamadık.” dedi. Kenan Paşa:
“Bir arabayı içindekilerle birlikte denize atın. Bir daha kimse cesaret edemez.” diye emir vermişti ben çok şaşırmıştım. “Öyleydi rahmetli. Zaten öyle olmasa darbe yapmaya cesaret edemezdi.” dedi komutan.
Konu çocuklardan açıldı. Aşçı:
“Oğlumun biri de sizin gibi harp okulunu bitirdi. Şimdi denizleri koruyor.” dedi. Komutan da:
“Benim çocuklar askere giderken komutanlara:
“Sakın ayrıcalık tanımayın. Vatandaşın çocuğu gibi gidip askerliklerini yapsınlar “ dedim. Biri meslek lisesi mezunuydu Ağrı’da askerliğini yaptı. Diğeri teknikerdi ve şanslıymış kerata İzmir’de bitirdi askerliğini.” demesiyle aşçı da ben de komutana takdirle baktık. Bakışlarımızın özendirmesiyle devam etti:
“Bizi çok güzel yetiştirdiler. Şimdiki subaylar iyi yetişmiyor. Bizi gecenin ikisinde uyandırır motorların başına götürürlerdi. Biz uyuklayarak motorları söker yeniden monte ederdik. Çok zorluklarla bitirdik okulu. Ben birincilikle bitirmiştim okulumu (önceden söylemişti ya birincilikle bitirdiğini. Neyse yaşlı adam ne de olsa. Şimdikiler nazari bilgilerle mezun oluyorlar.” dedi. Biz yine kendisine hak verircesine başımızı salladık. Aşçı:
“Bu hayat pahalılığı, bu zamlar ne olacak komutanım? “diye sordu ve komutandan medet umarcasına gözlerine baktı. Komutan yanıt vermeye hazırlanırken son konuşmalara kulak misafiri olan bir adam yanımıza yaklaştı. Ortamdan, söyleşinin öncesinden haberi olmayan adam:
“Bu zamlardan CHP sorumludur. Zamları CHP ve yandaşları yapıyor.” dedi.
Feribot motor sesini azalttı. Limana yanaşmaya çalışıyordu. Biz komutanın ne yanıt vereceğini merak ederek gözlerine baktık. O sakince: “Böyle düşünen, böyle inanmış biriyle karşılaşırsanız; önce derin bir nefes alın, İçinizden seksene kadar yavaş yavaş sayın, sükûnetinizi koruyun. Sakın “ülkeyi CHP mi yönetiyor” diye yanıt vermeyin. Mümkünse ortamı hemen terk edin.” diye yanıtladı. Hepimiz komutanın sözünü dinledik ortamı terk ettik. Arabalarımıza binip motorları çalıştırdık.
ahmet.kocak16@hotmail.com