Canan Sergül’ün Kıran Kırana adlı romanı, alışılmış okuma konforunu reddeden, huzursuzlukla büyüyen bir metin. Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarı Zeki Baştürk, romanı “okura edilgen bir seyir değil, aktif bir yüzleşme sunan eser” olarak yorumladı.
Baştürk’e göre bu roman, okuru koltuğa yaslatmaz; ayağa kaldırır, düşündürür, sorgulatır. Romanın gücü, okurun zihninde yarattığı çarpıcı sarsıntıdadır.
“Kıran Kırana”, yalnızca bir çatışmanın değil, hayatın ta kendisinin taşa çarpan sesidir. Sergül, bireyin sistemle, kaderle, toplumla ve nihayetinde kendi içindeki hesaplaşmalarla verdiği savaşı edebi bir yoğunlukla gözler önüne seriyor.
Baştürk’ün satır aralarında vurguladığı gibi, bu roman bir olay dizisi değil, bir varoluş mücadelesidir. Okuru rahatlatmaz, ama gerçeklerle tanıştırır. Her sayfası; “Biraz da kendine bak” dercesine dürüst, sert ve yalın.
Zeki Baştürk, Kıran Kırana için şöyle diyor:
“Bu roman bir teselli değil, bir tokat gibi. Ama bazen insanı ayıltan da tokatlardır.”

KIRAN KIRANA:
Yaşamın Sert Yüzüyle Yüzleşmek
Canan Sergül’ün Kıran Kırana adlı romanı, okuru rahat ettiren metinlerden değil. Daha ilk sayfalardan itibaren insanı koltuğuna yaslayıp izlemeye davet etmez; tam tersine, ayağa kaldırır, sorular sordurur, yer yer huzursuz eder. Belki de romanın asıl gücü tam burada yatar: Okurdan edilgen bir kabulleniş değil, etkin bir yüzleşme bekler.
Canan Sergül’ün Kıran Kırana adlı romanı, adını yalnızca bir çatışmadan değil,yaşamım kendisinden alıyor. Roman, bireyin yaşamla, sistemle, kaderle ve en çok da kendisiyle verdiği sert mücadeleyi gözler önüne seriyor. Bu yönüyle Kıran Kırana, yalnızca bir olay örgüsünü değil; bir varoluş durumunu anlatıyor.
Sergül, romanında okuru rahatlatan bir anlatı yolunu yeğlemez. Tam tersine, okuru sürekli diri tutan, yer yer sarsan bir dil kurar. Karakterler, kara ile ak arasında kolayca konumlanmaz; gri alanlarda dolaşır. Bu da romanı didaktik olmaktan kurtarırken, insani gerçekçi kılar.
Romanın en güçlü yanlarından biri, çatışmayı yalnızca kişiler arasında değil, koşullar arasında da kurmasıdır. Yoksulluk, adaletsizlik, güç ilişkileri ve ayakta kalma dürtüsü, karakterlerin yazgısını belirleyen görünmez ama sert bir zemindir. Bu bağlamda Kıran Kırana, bireysel bir öykü anlatırken toplumsal bir fotoğraf da sunar.
Kıran Kırana, adının çağrıştırdığı gibi bir mücadele romanıdır. Ancak bu mücadele, alışıldık anlamda “iyi ile kötü” arasında yaşanmaz. Sergül, kolay karşıtlıklardan bilinçli olarak uzak durur. Karakterler ne bütünüyle masumdur ne de tümüyle suçlu. Yaşamın kıyısında sıkışmış insanların, koşulların dayattığı tercihlerle nasıl dönüştüğünü izleriz. Bu durum, okuru konforlu etik yargılardan yoksun bırakır.
Roman boyunca duyumsanan temel gerilim, bireyin kendi sınırlarıyla yaşadığı çatışmadır. Yoksulluk, güç ilişkileri, adaletsizlik ve hayatta kalma zorunluluğu; karakterlerin omuzlarına çöken görünmez ama ağır yüklerdir. Sergül, bu yükleri dramatize etmek yerine olağanlaştırır. Belki de en çarpıcı olan budur: Roman, felaketi bağırarak değil, fısıldayarak anlatır.
Dil ve anlatım açısından Kıran Kırana, süsten uzak bir yalınlığı yeğler. Bu yalınlık, kimi zaman metni sertleştirir, kimi zaman da bilinçli bir aralık yaratır. Okur, karakterlere acımaya değil, onları anlamaya çağrılır. Ancak bu aralık , kimi bölümlerde duygusal derinliğin biraz daha artırılabileceği duygusunu da uyandırır. Sergül’ün geri duruşu, yer yer metnin duygusal etkisini sınırlayan bir seçeneğe dönüşür.
Canan Sergül’ün dili yalın ama yavan değildir. Gereksiz süslerden arındırılmış anlatımı, olayların ve duyguların ağırlığını daha görünür kılar. İkili konuşmalar, yapaylıktan uzak, iç konuşmalar ise karakterlerin ruh durumunu derinleştiren bir işlev üstlenir. Okur, karakterleri yalnızca izlemekle kalmaz; onların çıkmazlarına ortak olur.
Romanın belki de en çarpıcı tarafı, umut ile umutsuzluğu aynı potada eritmesidir. Sergül, mutlu son vaadinde bulunmaz; ama teslim olmayı da yüceltmez. Kıran Kırana, yitirmenin de direnmenin de insanca bir duygu olduğunu anımsatır .
Romanın önemli bir başarısı, umudu romantik olarak ele almamasıdır. Kıran Kırana, “her şey düzelir” kolaycılığına sığınmaz. Ama karanlıkta ısrarcı da değildir. Direnmenin, ayakta kalmanın ve kimileyin salt soluk alabilmenin bile bir tür kazanım olduğunu sezdirir. Bu yönüyle roman, günümüz insanının ruh durumuna fazlasıyla yakındır.
Sonuç olarak Kıran Kırana, okurdan hızlı tüketilip kenara bırakılmayı beklemez. Sindirilmek ister, düşündürmek ister, hatta biraz can acıtmak ister. Canan Sergül, bu romanıyla yazınımızın yalnızca anlatma değil, rahatsız etme ve sorgulatma gücünü de anımsatır. Kıran Kırana, yaşamla pazarlık edemeyenlerin, onunla kıran kırana boğuşanların romanıdır.
Umudunu yitirenlere umut aşılayacak, umudu yeşertecek, umudu büyütecek bir roman. Okumanızı öneririm.
Zeki BAŞTÜRK