Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı – Zeki Baştürk
Yalnızlık…
Sadece tek başına kalmak değildir.
Yalnızlık, gidecek bir yerin olmamasıdır. Bir insanın parkta oturması, sadece bir banka yönelmesi değil, aynı zamanda koca bir dünyada yönünü kaybetmesidir. En acı yalnızlık, sokakta değil, kalabalıklar içindedir.
Necatigil’in şiirindeki o yersiz yurtsuz figür, bu coğrafyanın sessiz çığlığıdır. Taştan aslanlara gitmek, kudreti aramak değil, konuşmayan bir sessizliğe sığınmaktır. Çünkü o aslanlar, yaşamıyor; sadece bakıyorlar… Ve insan, bazen sadece bakılan olmak ister, ama görülmek istercesine.
Heykellerin dili yoktur. Tıpkı toplumun görmediği, duymadığı, hissetmediği o yalnız ruhlar gibi. Her gün yanından geçtiğimiz park bankları, aslında hayatından vazgeçilmiş insanların duraklarıdır.
Bugün bir kapı açılmıyorsa birine, bu sadece bireyin trajedisi değildir; bu toplumun aynadaki yüzüdür.
Ve o yüz, her geçen gün daha taş kesiliyor.
Gidecek yeri olmayan biri
Aslanları görmeye parka gitti
Aslanlar taştan
O bir insan
Nasıl anlaşırlar
Anlaştılar
Behçet NECATGİL
TAŞTAN ASLANLARLA KONUŞMAK
Nedir yalnızlık? Gidecek yeri olmamak mı? Tek başınalık mı? Kalabalıklar içinde de insan yalnızlık çekebilir mi?
Bir insan, gidecek yeri olmadığı için parka uğrar. Bu bile başlı başına bir trajedidir. Gidecek yeri olmamak, yalnızlığın en yalın ve en ağır tanımıdır. İnsan, kalabalıkların içinde bile yalnızdır. Evsizdir. Sokaklar vardır, parklar vardır, taş heykeller vardır ama onun için açılmış bir kapı yoktur. İşte Necatigil’in şiirindeki o kişi, tam da böyle bir yersizliğin ve yurtsuzluğun simgesidir.
Aslanları görmeye gider; ama aslanlar canlı değil, taştandır. Taştan aslanlar, hem kudretin hem de sessizliğin simgesidir. Kükremezler, saldırmazlar, yırtıcı bir doğaları yoktur. Yalnızca taşın ağırlığı ve tarihin suskunluğu vardır onlarda. Bir bakıma, insanın içindeki donmuş duyguların dışavurumudur bu heykeller.
“O bir insan” dizesi, en çıplak gerçeği vurur yüzümüze. Taştan olmayan, duyguları olan, kanı akan, yaralanan bir varlık. Ve yine de taştan aslanlarla anlaşır. Nasıl? Çünkü insanın yalnızlığı, en beklenmedik dostlukları olan kılar. Bir yabancının bakışı, bir duvarın suskunluğu, bir taşın soğukluğu bile ona yoldaş olabilir. Yalnızlık, anlaşmayı kolaylaştırır; çünkü konuşulacak çok az şey kalmıştır. Sessizlik, ortak dil olur.
Burada Necatigil’in şiiri, aslında iki türlü açılır. Birincisi, insanın yabancılığını ve kimsesizliğini taş heykeller üzerinden dile getirir. İkincisi, toplumun insana biçtiği “yersizlik”i gösterir: Gidecek yeri olmayan, bir parka sığınan ve sonunda cansız taşlarla bile anlaşabilen bir birey. Belki de bu, çağdaş ve uygar insanın en trajik tablosudur: Canlılarla değil, cansızlarla anlaşmak zorunda kalmak.
Ama aynı zamanda şiirde bir direniş de gizlidir. İnsan, yine de anlaşır. Yalnızlığa, taşa, soğukluğa karşın bağ kurma gereksinimi duyar ve bunu sürdürür. Bu, insanın en temel özelliğidir: İletişim kurmak. Taştan aslanlarla bile…
Necatigil’in birkaç dizeyle çizdiği bu tablo, bize şunu hatırlatır: Yalnızlık ve dışlanmışlık, insanı susturmaz. Belki canlılarla anlaşamaz ama sessizlikle anlaşır, taşla anlaşır. Ve bu, insanın tükenmeyen direncinin en sessiz kanıtıdır.
Yaşamak direnmektir aslında.
Zeki BAŞTÜRK
NOT: Emeklilere ithaf olunur.