Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı Ahmet Koçak kaleme aldı.
Yozgat’ın Aydıncık ilçesi…
Çekerek’e bağlı Mamure nahiyesi iken 1958’de belde, 1991’de ise ilçe olmuş bu mütevazı Anadolu toprağında, yıllar önce yaşanmış karanlık bir olay hâlâ unutulmuyor.
Aydıncık Mal Müdürlüğü’nde görev yapan küçük kardeşim Alper’i ziyaret ettiğim günlerden birinde, birlikte ilçenin alt ovaya bakan kısmında yer alan eski pancar binasına doğru yürüyüşe çıktık. Binanın yanına vardığımızda, kardeşim hafızalara kazınan bir trajediyi anlattı:
“12 Eylül’den bir yıl önce, burada sol görüşlü bir öğretmeni katlettiler. Sayıca çok kalabalıklardı. Silahlıydılar. O ise yalnızdı. Direndi, çatıştı ama sonunda camdan içeri tutuşturulmuş küçük bir tüp attılar ve her şey orada bitti…”
Aynı meslekten olmamızdan mıdır bilinmez, anlatılanlar içimi derinden yaraladı.
Bir insanın, üstelik bir eğitimcinin, düşüncelerinden dolayı bu şekilde hedef alınması, öfkeyi ve acıyı aynı anda yaşatıyor.
Dönemin koşulları, ülkedeki siyasi kutuplaşma ve sokakları esir alan kaotik ortam düşünüldüğünde; Aydıncık’ta yaşanan bu katliamın sıradan bir olay değil, düşünceye ve farklılığa tahammülsüzlüğün trajik bir sonucu olduğunu görüyoruz.
Ne yazık ki olayın ayrıntılarına dair o dönemde bilgiye erişmek zordu. Ne internet vardı ne de arşivler dijitaldi. Ancak zaman geçse de yaşananları unutmak mümkün değil.
Bu olay, sadece Aydıncık’ın değil; tüm Türkiye’nin siyasi tarihine kazınmış karanlık bir lekedir. Bugün bile o binanın önünden geçerken bir öğretmenin yalnız başına verdiği o onurlu mücadeleyi düşünür, içiniz cız eder.
Ahmet Koçak olarak soruyorum: Hâlâ bu ülkede, bir düşünceye sahip olmanın bedelini ödemek zorunda mıyız? Hâlâ, farklı fikirleri susturmak için şiddete başvurulmasını sineye mi çekeceğiz?
Tarihle yüzleşmeden, geçmişin acılarını konuşmadan, bu topraklarda huzuru inşa edemeyiz.
Unutmayalım: Bir öğretmenin canı, bir toplumun vicdanıdır.
Ve o vicdan hâlâ kanıyor.
OTUZ BEŞ YIL SONRA YERİNE OTURAN TAŞLAR
Yozgat’ın ilçesi Aydıncık, Çekerek ilçesine bağlı Mamure adında bir nahiye iken 1958 yılında belde, 1991 yılında ilçe olmuştu. Aydıncık Mal Müdürlüğü’nde görev yapan küçük biraderim Alper’i sık sık ziyaret ederdim. Bir ziyaretimde ilçenin altında uzanan ovada olan pancar binasına doğru gezmeye çıkmıştık. Binaya varınca Alper:
“12 Eylülden bir yıl önce bu binada solcu bir öğretmeni katletmişler. Katledenler çok kalabalıkmış. Silahlı çatışma çıkmış. O bir başınaymış. Karşısında yüzlerce silahlı kişi varmış. Sonunda camdan içeriye küçük tüpü tutuşturup içeriye atmışlar.” diye anlatmıştı. Aynı meslekten olmamızdan olsa gerek bu olaya çok üzülmüştüm. Binada yaşananları kafamda canlandırmaya çalışmıştım. Bilgiye çabuk ulaşmada internet de icat edilmediğinden ayrıntıları merek etmiş, öğrenememiştim.
Otuz beş yıl sonra internette o olayla ilgili bir yazıya rastladım. Paylaşımı yol arkadaşları adıyla yapmışlar. Ayrıntıları yazıdan okuyunca zihnimdeki sorular yanıtını buldu. Taşlar otuz beş yıl sonra yerine oturdu. İşte o paylaşım:
“Vücuduna 163 Kurşun İsabet Eden Devrimci Öğretmen İskender Şenol Anısına…
Bir arkadaşım sormuştu “İskender Şenol öğretmeni tanıyor musun” diye. Tanımıyordum. Mücadelenin herhangi bir yerinde yollarımız kesişmemişti. Ancak 12 Eylül Utanç Müzesinde kaybettiğimiz yoldaşlarımız ve yol arkadaşlarımızın resimlerinin olduğu saygı salonunda resmini görmüştüm. Öyküsünü ve mücadelesini bilmiyordum.
Sorasında arkadaşım anlattı. Hatta “ internete 163 kurşun yaz, oradan bulabilirsin” demişti. Bende öyle yaptım. Okudukça içim kabardı. Yoldaşları ve yol arkadaşları unutturmuyorlar. Hep sevgiyle saygıyla hatırlayıp anıyorlar.
Böylesine yiğit bir Devrimci Öğretmenin unutulması mümkün mü? Elbette unutmayıp hep sevgiyle saygıyla hatırlayacağız.
İskender Şenol; 1954 yılında Yozgat Kazankaya’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlkokulu Köyünde, Ortaokulu Çekerek’te bin bir zorluk ve yoklukla bitirdi. Tokat Öğretmen Okulu sınavını 4. olarak kazandı. Mezun olduktan sonra Ordu’da öğretmenlik görevine başladı. Daha sonra Çorum’a tayin oldu. Çorum’dan da Memleketi Kazankaya’ya tayin oldu.
Bölgede yaptığı çalışmalar, gençlik ve bölge halkıyla kurduğu iyi ilişkiler, kooperatifçilik ve tanzim satış ile ilgili attığı adımlar çevredeki çıkar çevrelerini ve stokçuları rahatsız etti. Okumayı araştırmayı teşvik etmesi, bölge ve ülke sorunlarını tartışıp sorgulayan genç bir nesil oluşturmaya çalışması faşist ve yobaz çevrelerin tepkisini çekti.
Başlangıçta baskı ve yıldırma yöntemiyle sonuç almaya çalışsalar da İskender Öğretmenin kararlı Devrimci duruşu karşısında bir sonuç alamadılar.
4 Kasım 1979 tarihinde yüzlerce silahlı gerici faşist güruh tarafından kuşatıldı. Ovada pancar kantarı olarak kullanılan bir odaya sığındı. Çatışma İskender Öğretmen ile yüzlerce silahlı faşist arasında başladı. Ne kadar hain, karanlık, kalleş varsa saldırıyordu. Öyle bir çatışma ki bir devrimci sanki dünyaya kafa tutuyordu. Sabah saat onda başlayan çatışma öğleden sonra saat ikiye kadar sürdü.
Jandarma Karakolu bölgeye yakın olmasına rağmen çatışmaya müdahale edilmedi. İskender Öğretmen son mermisine kadar direndi. Saldırgan faşistlerden dördünü vurdu. Vurulanlardan biri öldü üçü yaralı kaldı.
Mermisi bitince faşistler sığındığı odaya yanan piknik tüpü atarak katletmişler. Aynı gün Masum bir Baba ve oğlu arkadan tarayarak katletmişler bu da yetmemiş onlarca evi tarayıp kadınlara ve çocuklara saldırmışlar. Tam bir katliam provası yapmışlar.
Günün sonunda her şey olup bittikten sonra jandarma çıkıyor piyasaya. Otopsi için hastaneye kaldırılan İskender Öğretmen’in vücudundan 163 kurşun çıkartılıyor.
Yüz altmış üç kurşun yarası, yüz altmış üç kurşun. 163 kurşun, 163 kurşun yarası. Bu ne zulüm, bu ne kin ve vahşettir. Sanki zulüm orduları yürümüş üstüne. O onurlu cesur yürek tek başına karşı koymuş.
“Vurun ulan vurun,
Ben kolay ölmem”
Söyleyecek sözü, anlatılacak destansı direnişi, bizlere emanet edecek mücadelesi vardı.
Ölmedi de. Aradan 46 yıl geçti. Sevgiyle, saygıyla hatırlanıyorsa, dirençle onurla hatırlanıyorsa ölmemiş demektir.
İskender öğretmen öğretmeye devam ediyor; Faşizmin zulmünün zorbalığının karşısında dik durmayı, düşmanın sayısının çokluğuna bakmadan mücadele etmeyi ve teslim olmamayı öğretiyor.
Zulmün ve zorbalığın ne zaman, nerede karşına çıkacağı belli olmaz diyerek hazırlıklı olmayı öğretiyor.
Ne pahasına olursa olsun; gelecekten, bilimden, aydınlanmadan, insan haklarından, özgürlüklerden ve devrim ve sosyalizm ’den vazgeçmemeyi öğretiyor.
En çok da direnerek ölümsüz olmayı öğretiyor.
Anısına Mücadelesine sonsuz saygıyla…”
Yazıya yapılan yorumlar:
“Ruhu şad olsun, kurşunları sıkarken Allahuekber demişlerdir. Severler birbirlerini gaza getirmek için dini kullanmayı. Katliam bitmiş jandarma sahada, Sivas katliamı ve diğer örnekler…”
“Emeklerine yazık olduğunu düşünüyorum. Yazdıklarınız doğruysa gerçek bir disiplinsiz devlet görevlisi ciddiyetine uymayan şahsın eseri.
“Dönemin karakol komutanı, kaymakamı, valisi de suçludur. Büyük haksızlık ve yanlış yaşanmış.”
“Onu katledenlerden yaşayanlar vardır. Acaba rahat uyku uyuyorlar mıdır? Katledenler yaptıkları için önemli görevlere atamış, terfi etmişler midir?”
“Aynı ilçeden hemşerisi Yusuf Aslan’ın idam sehpasında son sözleri: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın Devrimciler! Kahrolsun faşizm!” olmuştur.”
“Sağdan da soldan da ülke sorunlarına duyarlı gençler birbirine kırdırıldı. Kötü günlerdi. Benzer yazıları okudukça acıları hâlâ içimizi sızlatıyor..”
Biri de anısına şiir yazmış;
“163 Kurşun
Halkın öyküsüyle duydum şanını
Faşistler çevirmiş, dört bir yanını
Gönlümüzde yaşatırız anını
Bu bizim kahraman İskender Şenol”
ahmet.kocak16@hotmail.com