Sendikacı Veli Beysülen: “Bu Bakış Sosyal Devlete İhanettir”
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanı Raci Kaya’nın, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı sunum sırasında emekliler hakkında sarf ettiği sözler kamuoyunda büyük infial yarattı. Kaya’nın “Eskiden 50 yaşında ölüyorduk, bugün emekli 78 yaşına kadar maaş alıyor” sözleri, iktidarın sosyal devlete bakışını açıkça gözler önüne serdi.
“EYT ile 48 yaşında emekli oldular” diyerek EYT’lileri hedef gösterdi
Kaya, 22 Ekim 2025 tarihli komisyondaki konuşmasında, EYT düzenlemesini de eleştirerek emeklilik yaşının 48’e düştüğünü, SGK’nın bu nedenle prim dengesi sağlayamadığını ileri sürdü. Avrupa’da emeklilik için 40-45 yıl prim ödendiğini, Türkiye’de ise bu sürenin ortalama 20 yıl olduğunu söyleyen Kaya, “78 yaşına kadar maaş ödeniyor” diyerek, adeta emeklilerin uzun yaşamasından yakınır bir tavır sergiledi.
Sendikacı Veli Beysülen: “Bu sözler sosyal devlet anlayışıyla çelişiyor”
Konuyla ilgili sert bir açıklama yapan sendikacı Veli Beysülen, Kaya’nın sözlerini “vicdansızlık” olarak nitelendirdi. Beysülen, “Bu açıklamalar, halkın refahını değil, kasanın kârını düşünen bir zihniyetin ürünüdür. Sosyal devletin temeli; vatandaşa insan onuruna yakışır bir emeklilik sunmaktır. ‘78 yaşına kadar maaş veriyoruz’ demek, ‘Neden yaşıyorsunuz?’ demekten farksızdır” dedi.
“Emekliyi hedef göstermek yerine sorumluluğu yönetenler üstlenmeli”
Beysülen, iktidarın yıllardır sürdürdüğü kayıt dışı ekonomi, popülist sosyal güvenlik politikaları ve plansız büyümenin SGK’yı bu noktaya getirdiğini belirterek, “EYT’liler haklarını alırken anayasal güvenceye sahipti. Asıl sorgulanması gereken, bu ülkenin kaynaklarını kimlerin nasıl kullandığıdır. Emekliyi suçlamak kolay, peki yönetenlerin hiç mi sorumluluğu yok?” ifadelerini kullandı.
SGK Başkanı’nın açıklamaları başta emekliler ve sendikalar olmak üzere toplumun birçok kesiminde tepki çekerken, iktidarın sosyal politikalarının sorgulanmasına neden oldu. Kamuoyu, “emeklilerin yük değil, alın terinin karşılığını isteyen vatandaşlar olduğunu” bir kez daha vurguladı.
SOSYAL DEVLET ÖLDÜ YAŞASIN TÜCCAR DEVLET!
“Eskiden 50 yaşında ölüyorduk, bugün emekli 78 yaşına kadar maaş alıyor.”
Bu sözler Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanı Raci Kaya’ya ait. Kaya bu sözleri, 22 Ekim 2025 günü vergi ve sosyal güvenlik mevzuatında değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifinin TBMM Plan Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmeleri sırasında, kurumun mali yapısına dair sunum yaparken söyledi. Kaya ayrıca, EYT ile birlikte insanların 48 yaşında emekli olduğunu iddia ederek, EYT ile emekli sayısının 3 milyon arttığını da ekledi. “Türkiye olarak, bütün SGK olarak, toplam aldığım primlerin, bana ödenen primlerin ortalama süresi yirmi yıl, Avrupa’da, Almanya’da bu süre kırk beş yıl, ortalamada da kırk yıl. Bunu niye vurguluyorum? Eskiden ‘mezarda emeklilik’ deniyordu, 50-55 yaşta ölüyorduk, şu anda 78 ortalamaya gelmişiz yani bütün veriler OECD verileridir. Yirmi yıl prim ödedikten sonra emeklilikte şu anda EYT’yle birlikte 48 yaşında emekli oldu insanlar.” diyerek, kendisini bulunduğu göreve atayan iktidarın, anayasanın teminatı altında olan sosyal devlete bakışını ortaya koymuş oldu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinden biri olarak, anayasanın ikinci maddesi ile güvence altına alınmış olan sosyal devletin uygulama aracı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) başkanının bu açıklaması öncelikle sosyal devletin anlamına aykırıdır. Zira sosyal devlet kurduğu sosyal güvenlik sistemi ile kişilerin bugünlerini ve yarınlarını güvence altına alan ve kişileri hayatları boyunca karşılaşacakları risklere karşı koruyan devlettir. Bir devletin sosyal olmasının kriteri, devletin yaptığı sosyal devlet harcamalardır. Ancak burada dikkate alınması gereken husus bireylerin ödedikleri primlerden yapılan harcamadan ziyade devletin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’ndan (GYH), sosyal devlet harcamalarına aktardığı kaynaktır. Uluslararası standartlarda bir devletin sosyal devlet olmasının kriteri, o devletin GYH’sinin asgari %3’ünü sosyal devlet harcamalarına ayırmasıdır. Ancak yapılan araştırmalar, Türkiye’nin sosyal devlet harcamalarının, bu oranın çok altında ve tam üyelik görüşmeleri yaptığı AB ülkelerinin gerisinde olduğunu gösteriyor.
2002 yılında iktidar olan AKP sosyal güvenlikte “Reform yapıyorum” diye şaşaalı bir şekilde yaptığı yasal düzenlemelerle sistemi sosyal olmaktan çıkardı. Artık sistemde kâr-zarar mantığı hakimdir. Bu düzenlemelerden dolayı, 2003 yılında asgari ücretin %36 üstünde olan ortalama emekli aylığı bugün %23 altına gerilemiş bulunuyor ve ülkede yaşayan 16 milyon emekli ile hak sahibinin yaklaşık 9 milyonu asgari ücretin altında aylık alıyor. DİSK-AR’ın Temmuz ayında yayınlanan Türkiye’de Emeklilerin Durumu raporuna göre, emekli aylığı ve hak sahiplerine yapılan ödemelerin GSYH’ye oranı 27 AB ülkesinde ortalama %9,8 iken Türkiye’de %3,7’dir,
Maalesef iktidar adına “Reform” dese de Sosyal Güvenlik Sistemi’nin ölüm fermanı olan 5510 sayılı SSGSS Kanunu’nun 1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe girmesiyle milyonlarca emekli sistemli bir şekilde sefalete sürüklendi.
Bunun 5510 sayılı kanunla uygulamaya konan üç önemli nedeni var:
1- Güncelleme katsayısı düşürüldü: Güncelleme katsayısı, kısaca sigortalının çalışma döneminde geçmişte ödediği ve emekli aylığının hesaplanmasında esas alınan sigorta priminin bugünkü değerinin bulunmasıdır. 2008 öncesinde güncelleme yapılırken enflasyonun yanında ekonomik büyümenin de yüzde 100’ü dikkate alınırken 5510 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinde sonra büyüme oranının sadece %30’u aylık hesaplamasında dikkatte alınıyor.
2- Aylık ağlama oranı düşürüldü ve aylıkların alt sınırını kaldırıldı: Aylık bağlama oranı 2000 öncesinde yüzde 77 idi. 2000-2008 arasında yüzde 65’e, 2008 sonrasında ise yüzde 50’ye düşürüldü. Öte yandan aylıkların alt sınırının prime esas kazanca oranı geçmişte yüzde 70 idi. Bu alt sınır yeni kanunda yüzde 35’e düşüyor. Yani bu durum, Türkiye’de kontrolsüzlük veya göz yummaktan dolayı, çok şikayetçi olunan kayıtdışı ekonominin önemli bir aracı olarak, çalışan daha yüksek ücret alsa bile prime esas ücretinin, asgari ücret olarak bildirilmesinden dolayı emekli aylığının asgari ücretin %35’ine kadar gerilemesidir.
3- Emekli aylıklarının düşmesinin üçüncü nedeni emekli aylıklarının artırılma yöntemidir. 5510’a göre SSK ve BAĞ-KUR emekliklerinin aylıkları her yıl ocak ve temmuz ayında TÜİK tarafından bir önceki altı aylık dönem için açıklanan TÜFE oranında artırılır. Emekli aylıkları resmi enflasyona hapsedildiği gibi, büyümeden emekliye tek kuruş verilmez. Yani ülke ne kadar büyürse büyüsün ne kadar zenginleşirse zenginleşsin emekli aylığı resmi enflasyon kadar artar.
İktidara şu soruları sormakta yarar var: Bir ülke büyüyor ve gelir artıyorsa, artan gelirden ülkede yaşayan her yurttaşın payına düşeni alması gerekmez mi? yoksa emekliler bu ülkenin yurttaşları değiller mi?
İlginç değil mi? Her gün kişi başı milli geliri arttırmakla övünen iktidar, bundan emeklilere pay vermiyor. Nitekim DİSK-AR’ın tespitine göre, iktidara geldiği 2002 yılında %46,4 olan ortalama emekli aylığının kişi başı GSYH’ye oranı 2025 yılında %29’a gerilemiş bulunuyor. Kısacası 23 yıldır bu ülkeyi yöneten ve sürekli büyüme oranları açıklayarak kişi başı milli geliri arttırmakla övünen iktidarın, 2025 yılı için yaklaşık 17 bin dolar, bugünkü kurla 723 bin lira seviyesinde olduğunu açıkladığı kişi başı yıllık milli gelirin milyonlarca emekli ile hak sahibinin payına düşenine birileri el koyuyor. Zira bugün ortalama emekli aylığı ile milyonlarca emekli 723 bin lira olduğu açıklanan kişi başı yıllık gelirin yaklaşık 200 bin lirasını alabiliyor. O zaman önemli olan rakamın nominal olarak büyümesi değil, büyüyen gelirin, toplumsal katmanlar arasında dağıtımında adaletin gözetilip gözetilmediğidir. Maalesef Türkiye’nin bu konuda sicili hiçte iyi değil. Çünkü Türkiye gelir eşitsizliğinde dünyanın önde gelen ülkelerindendir.
Tüm bunlara rağmen SGK başkanı, eskiden 50-55 yaşında ölen emekliler şimdi 78 yaşına kadar yaşıyorlar diyerek, emeklilerin uzun yaşamalarını sisteme yük olarak görüyor.
Aynı SGK başkanının, Batı ülkelerinde sosyal güvenlikte aktif pasif dengesinde 3 veya 4 çalışana karşılık 1 emekli düşüyor, Türkiye’de ise 1,2 çalışana 1 emekli düşüyor yönündeki açıklaması ise gerçekleri yansıtmıyor. DİSK-AR’ın yukarıda belirttiğim araştırmasına göre bu oran Avrupa ülkelerinde ortalama1,5 iken Türkiye’de Sosyal Güvenlik Destek Primi ödeyenler çalışanlar dahil edildiğinde 1,7’dir. Bu oran Avrupa ülkelerinin çoğundan daha yüksek bir orandır. Yine DİSK-AR’ın raporuna göre; Aktif/pasif oranı Türkiye’ye kıyasla daha düşük olan pek çok ülkenin emekli ve hak sahiplerine ödedikleri ortalama aylıklar, Türkiye’nin ödediği aylıklardan oldukça yüksektir. Bu durum, emekli aylıklarının düzeyinin belirlenmesinde aktif/pasif oranının değil, devletin sisteme verdiği katkı miktarının etkili olduğunu gösteriyor. Zira sosyal devlet, insanların ülkenin geçim koşullarına göre gelire sahip olmalarını sağlayan devlettir.
Kuşkusuz SGK başkanı ile kendisini oraya atayan iktidarın açık olarak açıkladıkları sosyal güvenlik sisteminin finansman sıkıntısının temel nedeni, OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer aldığı kayıt dışı yani kaçak ekonomidir. Zira OECD ülkelerinde kayıt dışı ekonomi oranı ortalaması %15-20 bandında seyrederken, Türkiye’de bu oran %28,72’dir. Yaklaşık 8,5 milyon insanın kayıt dışı çalıştığı Türkiye’de sistemin prim kaybı 150 ile 200 milyar lira arasında iken, devletin vergi-prim toplam kaybı ise 550-700 milyar lira arasındadır. Devasa bir vergi-prim kaybına yol açan bu oranlar ortada duruyorken, emeklilerin uzun yaşamasını finansman sıkıntısına neden olarak göstermek insafsızlıktır, izansızlıktır. Bunu ancak insanı kâr/zarar unsuru olarak gören çağdışı tüccar kafa düşünebilir.
Elbette bu ülke bir günde buraya gelmedi. Yazılarımda sıkça sosyal devletin tasfiyesinin, yeni liberal ekonomik programın uygulamaya konduğu 24 Ocak 1980 kararlarından itibaren uygulanan sistemli bir politika olduğunu vurgularım. Bu kararların mimarı, zamanın Başbakanlık Müsteşarı, 12 Eylül darbe hükümetinin Başbakan Yardımcısı ve darbe sonrası 1983 yılında yapılan ilk seçimlerde iktidar olan Anavatan Partisinin (ANAP) Genel Başkanı, bu ülkede başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapan Turgut Özal, o dönem bir açıklamasında, “Sosyal Devlet öldü, devlet baba değil” demişti. Evet, Özal’ın temsil ettiği sistem, her şeyi serbest piyasanın belirlediği, kontrolsüzlüğün hâkim olduğu, anti insani sistemdir. Bu sistemde insan maliyet unsurudur ve emeği ile sermayeye kazandırdığı sürece hayatta kalmalıdır. Kısacası geldiğimiz nokta, “Sosyal devlet öldü, yaşasın tüccar devlet!” noktasıdır.
Veli Beysülen