Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarlarından Saye Yılmaz, toplumsal değişimin görünmeyen derinliğine dikkat çektiği yazısında, çağımızın dönüşümünü “ahlaki çöküş” değil, “klasik toplum normlarının erimesi” olarak tanımladı. Yazısında, teknolojiyle şekillenen yeni insan modeline ve sosyal medyanın bu dönüşümdeki rolüne sert ifadelerle değinen Yılmaz, çarpıcı bir tespitte bulunuyor: “Bugün yaşadığımız şey tam olarak bu. Değişen dünya, çöken eski kurgu.”
Yılmaz’a göre, sosyal medya yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda toplumun değerler sistemiyle oynayan bir “dijital makyaj fabrikası”. Özellikle ekonomik olarak kırılgan, eğitimde boşlukları olan ve görgü kurallarında istikrarsız toplumlarda bu dijital dünyanın etkisi çok daha yıkıcı oluyor.
“Gerçekte var olmayan hayatlar, filtrelerle cilalanmış sahte başarılar, yapay mutluluklar… İnsanlar bunları hedef sanmaya başladı.” diyerek, günümüzde sosyal medyanın birey üzerindeki etkisini sert şekilde eleştiren Yılmaz, özellikle genç kuşakların yaşam standartlarını bu hayali dünyaya göre biçimlendirdiğine dikkat çekiyor.
Yazının sonunda şu uyarıyla bitiriyor:
“Bir toplum kendini dijital hayallerle kandırırken, gerçekliğini yitirir. Kayıp sadece bireyde değil, toplumsal bellektedir.”
Yılmaz’ın bu yazısı, dijitalleşmenin kültürel ve sosyal yapımızı nasıl dönüştürdüğünü sorgulamak isteyen herkes için önemli bir pencere açıyor.

Ahlaki Çöküş Değil, Normların Değişimi Diyeceksiniz
Toplumların dönüşümü bazen sessiz olur, bazen de hepimizin burnunun dibinde gerçekleşirken bile fark edilemeyecek kadar gürültülüdür. Bugün yaşadığımız şey tam olarak bu. Bir “ahlaki çöküşten” söz edenler var; fakat bana kalırsa çöken ahlak değil, klasik toplum normlarımız. Değişen ise dünya. Ve teknolojinin yarattığı yeni insan modeli.
Sosyal medya, bu dönüşümün katalizörü. Bizim gibi ekonomik olarak kırılgan, eğitimde derin boşlukları olan, görgü konusunda yıllardır kendi kendini kandıran toplumlara birdenbire sınırsız bir dijital dünya verdiğinde sonuç belliydi. Gerçekte var olmayan hayatlar, filtrelerle cilalanmış sahte başarılar, yapay mutluluklar… İnsanlar bunları hedef sanmaya başladı. Giyinme biçiminden konuşma tarzına, ilişki modelinden yaşam standartlarına kadar her şey “orada gördüğüne” göre şekillenir hâle geldi.
Uğur Mumcu zamanında Türkiye’nin hukuk sistemleri üzerinden yaptığı o çarpıcı benzetmede demişti ya; “İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza hukukuna göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemesine göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişi…”
Bugün benzer bir tabloyu teknoloji çiziyor ama bu kez daha acımasız.
Yeni nesil;
Twitter’a göre cezalandırılan,
TikTok’a göre idare edilen,
Instagram’a göre evlenen,
YouTube’a göre yargılanan bir nesil.
Sadece Türkiye değil; dünyanın neredeyse her ülkesi bu dalgayı yaşıyor. Teknoloji ve yapay zeka çağında büyüyen çocuklar bizim “klasik” değer setimizi taşımıyor. Biz onların davranışlarını “ahlaksızlık” diye damgalıyoruz; onlar ise bize göre “farklı” ama kendilerine göre normal bir dünya kuruyor. Bu bir çatışma. Ve klasik ahlak anlayışımız bu çatışmadan galip çıkamıyor.
Peki bu dönüşümü hızlandıran ne?
Ekonomik kriz mi?
Yaşam standartlarının çöküşü mü?
Siyasi kutuplaşmanın giderek delirme noktasına gelmesi mi?
Kurumsal güvenin yere çakılması mı?
Eğitimin giderek içinin boşalması mı?
Hepsi.
Ama asıl büyük kırılma, sahtekarlığı ödüllendiren fenomen kültürü.
Genç zihinleri en hızlı körelten şey, “kısa yoldan zengin olma” hayali. Birkaç viral video ile sınıf atlayacağını düşünen kitleler, emek ve değer üretme fikrine sırt çeviriyor. Linç kültürü ise bu dünyanın jandarması gibi: Ne kadar bağırırsan o kadar haklısın.
Tüm bunların arasında asıl soruyu unutmamak gerekiyor:
Biz geleceğe ne bırakıyoruz?
Belki de işe önce şu iki kavramı yeniden inşa ederek başlamamız gerekiyor:
Eşitlik ve adalet.
Bunlar yoksa ne aile yapısı ayakta kalır, ne toplumsal düzen, ne de yeni nesillerin zihinsel bütünlüğü.
Toplumsal değişim kontrol edilemez bir şeye dönüşmeden önce; ekonomik adaletten eğitime, kültürel üretimden dijital okuryazarlığa kadar her alanda yeniden inşa sürecine ihtiyaç var. Yoksa sahte hayatların gölgesinde büyüyen çocuklara gerçek bir gelecek bırakmamız mümkün değil.
Bugün “ahlaki çöküş” diye tartıştığımız şey, aslında geleceği yönetemeyişimizin sesi.
Ve bu sesi kısmak mümkün değil; ancak anlamak, dönüştürmek ve yönlendirmek mümkün.
Saye Yılmaz