Zeki Baştürk – Özel Gezi Haberi
Muğla / Datça Körfezi – Birkaç gün süren yağmurun ardından güneş yeniden yüzünü gösterince, biz de bu fırsatı değerlendirip bir grup dostla Billurkent’ten Aktur’a uzanan mavi bir yolculuğa çıktık.
Rotamız; berrak sular, sessiz koylar ve doğanın insana zamanı unutturduğu bir güzergâhtı.
Rehberimiz ise denizlerin deneyimli ismi Özgür Kaptan ve onun “Özgürüm” adlı teknesiydi.
Tekne, sabahın erken saatlerinde limandan ayrılırken deniz, lacivert bir saten gibi uzanıyordu önümüzde.
Akdeniz’in lacivert sularını yara yara ilerlerken, teknenin arkasında beyaz köpükten bir iz kalıyordu. Güneşin ışıkları suyun yüzeyine çarpıyor, binlerce küçük yıldız gibi dans ediyordu.
O an, deniz sadece bir manzara değil, bir duyguydu.
Bir yanda sessizliğin simgesi çam ağaçları, diğer yanda sonsuzluğa açılan su…
Biri derin sessizliğiyle nefes aldırıyor, diğeri ışıltısıyla yaşama sevinci yayıyordu.
Doğa, kendi dilinde bir mektup yazıyor gibiydi o gün:
“Unuttuğun huzur burada, suyun sesinde, gökyüzünün nefesinde…”
Yolculuğumuzun ilk durağı Akvaryum Koyu oldu.
Adını hak edercesine berrak, neredeyse saydam sularıyla bizleri karşıladı.
Tekne demir atar atmaz denize atladık.
Denizin altındaki kum taneleri birer birer sayılabiliyordu; su o kadar duruydu ki, insan içmek isterdi adeta.
O an anladık ki, doğanın gerçek huzuru gürültüde değil, sessizlikte saklı.
İkinci durağımız, halk arasında Kıyı Liman ya da Cennet Koyu olarak bilinen o muhteşem köşeydi.
Burada doğa, adeta bir ressamın tuvalinden fırlamış gibiydi.
Yeşille mavinin dans ettiği koyda onlarca tekne demirlemişti; herkes sessizliğin keyfini çıkarıyor, kimse zamanı umursamıyordu.
Deniz, kimi yerde bir ayna gibi durgun, kimi yerde kıpır kıpırdı.
Mavilik artık yalnızca bir renk değil, bir ruh hâli, bir dinginlik biçimiydi.
Kıyıya yakın duran iki yelkenli ise sanki insanın yaşam serüvenini anlatıyordu:
“Biri biraz önde, diğeri geride ama ikisi de aynı denizde, kendi rüzgârını bekliyor.”
Yolculuğun ortasında Selimiye’de iki saatlik bir mola verdik.
Bir yanda imece usulüyle hazırlanmış yemeklerin kokusu, diğer yanda dalgaların kıyıya vuran sesi vardı.
Teknede çalan müzikler eşliğinde şarkılar söyledik, oyunlar oynadık, kahkahalarla dolu bir dostluk havası esti.
Denizin ortasında, güneşin altında, yaşamın telaşından uzak bir sığınak gibiydi o an.
Dönüş yolunda Palmiye Koyu’nda bir kez daha mola verdik.
Dağların yeşil gölgesi denize düşüyor, suların üzerindeki yansıma, doğanın kendi şiirini fısıldıyordu:
“Hiçbir aceleye gerek yok… Bu anı doyasıya yaşayın.”
O an, zaman durmuş gibiydi.
Çağdaş yaşamın gürültüsünden kaçıp gelen herkes, bu maviliğin içinde kendini yeniden buluyordu.
Belki de huzur, uzak diyarlarda değil; maviyle yeşilin buluştuğu yerde, insanın içinde yeşeren bir duyguydu.
Güneş batarken, denizin üzerinde altın rengi bir yansıma oluştu.
O an, hepimiz aynı şeyi düşündük:
“Sessizliğin en derin tonu, mavinin sessizliğidir.”
Billurkent’ten Aktur’a uzanan bu mavi yolculuk, yalnızca bir geziden ibaret değildi; doğayla, dostlukla ve içsel huzurla yeniden buluşma yolculuğuydu.
Arkamızda sadece köpük izleri değil, belleğimizde yer eden unutulmaz bir gün bıraktık.