“Liderlik: Davulun Sesi Uzaktan Hoş Gelir Ama…”

“Liderlik: Davulun Sesi Uzaktan Hoş Gelir Ama…”
Yayınlama: 23.08.2025
A+
A-

Bahri Palas / Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazısı

Liderlik… Uzakta durana cazip, içinde olana zorlukla dolu bir yürüyüş. Atalarımızın veciz sözüyle “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” derler. Ancak o davula yaklaşınca ya sesi kulak zarını patlatır ya da o davulu çalan kişiysen, yükün ne kadar ağır olduğunu yalnız sen bilirsin.

Gerçek liderlik, sadece bir koltukta oturup emir yağdırmak, hiddetle buyurmak değildir. “Bağırırsam saygı duyarlar” diyenler lider değildir, olsa olsa korku imparatorluğunun bekçisidir.

Lider olmak; gönle dokunmaktır.
Bir çalışanının derdine ortak olabilmektir. Elini taşın altına koyabilmektir. Sadece işi yaptırmak değil, gerektiğinde birlikte çalışmaktır. Görev dağıtıp sonucu beklemekle lider olunmaz. Gerçek lider, takımının dilini çözendir. Bunun için o dili öğrenmeye gayret edendir.

Bu noktada, Büyük Üstad Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri’ne bir selam durmak gerek. Simya ilminden bahsederken, sadece tenekeyi altına çeviren bir kudretten söz etmiyordu. Asıl mesele, insanı işleyerek cevhere dönüştürebilmekti.

İşte liderlik tam da budur.
Kendi ekibini, potansiyelini fark ettirerek büyütmek. Tenekede cevheri görmek ve onu parlatmak…

Gücüyle değil, gönlüyle yöneten tüm gerçek liderlere selam olsun.

İşte o yazı…

LİDERLİK

Liderlik her ne kadar zor da olsa güzel görünür uzaktan, hani bir atasözümüz vardır. Hemen bir hatırlayıverelim.  ‘’ Davulun sesi uzaktan hoş gelir. ‘’ lakin yakın olmak kulağının zarını patlatır ya da davulu çalan sensen gerçekten orda olmak zordur.

Liderlik bir koltukta oturup emirler yağdırmak, bağırıp çağırarak iş yaptırma sanatı değildir. Bu şekilde yapıp ta kendini lider olarak görenler yok mu var tabii ki de ama kesinlikle bu liderlik değildir.

Liderlik bir gönle dokunabilme, çalışanını anlayabilme ve gerektiğinde omuz verebilme, işi yapacak kişiyi destekleyebilme sanatıdır. Biraz açacak olursak gerçek liderlik kadrosuna belli bir işi paslayıp işin bitmesini, sonucu bekleyen kişi demek değildir. Kendisi için çalıştırdıklarının dilini anlayabilmekten, anlayabilmek içinde bu dili öğrenebilmekten  geçer.

Büyük Üstad ( Şeyhül Ekber ) Muyhuddin  İbni Arabi hazretlerinin SİMYA ilmine azıcık dokundurmak istiyorum. Mübarek dokunduğu tenekeyi altına çeviriyor. Bu metal elementlerinde ki değişime simya ilmi diyorlar.

Aslında bu durumu biz kendi üzerimizden anlatalım, becerebilirsek.

Tasavvuf sohbetlerine merak saldığım gençlik dönemlerimde, benden yaşça büyük bir abimizi bana zimmetlemişlerdi. Benimle birlikte geziyor, nasıl oturduğumu, nasıl kalktığımı, nasıl yemek yediğimi, nice konuştuğumu takip ediyor. Yani henüz taklit ehli.

Olacak ya o günde bir işim var ve gidip o işimi halletmem gerekiyor. Ne yapsam diye düşünürken başkaca bir işin ehli olduğunu düşündüğüm bir arkadaşımın yanına biraz dursun diye bıraktım.

Aradan birkaç saat geçmişti ki aralarındaki muhabbet nice gidiyor diye merak ettim ve sabit telefondan kendilerini aradım. O vakitte cep telefonu yoktu aşağı yukarı her dükkânda işyeri telefonu yani sabit telefon bulunmaktaydı.

Neyse ki telefon çalar çalmaz işyerinin sahibi abimiz telefonu açtı. Bende jetonla çalışan bir telefon kulübesinden arıyordum kendilerini. Selamün Aleyküm abi dedikten sonra nasıl gidiyor sohbet diye gayri ihtiyari laf olsun diye sordum.

Abimizin nerden buldun bu adamı, tenekenin teki bu adam demesi benim oldukça moralimi bozmuştu.

Ali Rıza abi marifet teneke görmek değil, o tenekeyi alıp altına çevirmek marifet diyerek hafif yollu biraz tersledim.  Teneke görmek ne ya. Adam yeni merak salmış öğrenecek.

Neyse olayı çok fazla uzatmayayım. Mesele teneke olmak değil, tenekeyi altına çevirmek. Mesele eksik kusur görmek değil, o eksik ve kusuru tam eylemek.  Mesele hatalı olmamak değil, mesele hatanı kusurunu düzeltebilmek.

Hani hiç şahit oldunuz mu bilmiyorum ama mutlaka duymuşsunuzdur.

‘’Altın gibi bir kalbi var ‘’ ya  da ‘’ altın gibi bir çocuk. ‘’ duydunuz dimi.

Altın gibi derken saf hilesi hurdası olmayan demeye getirmişler. Küflenmeyen değerini yitirmeyen demek manalarına gelmektedir.

Maalesef bazı işyerlerinin sahipleri olsun, bir çok lider olsun ve bazen de bazı öğretmenlerimiz olsunlar irdelemeden ders anlatacakları ya da iş verecekleri kişiyi ‘’ aptal ‘’ statüsünde değerlendirip kesip atıyorlar. Belki de onlarla bir iletişim kurabilme yolu bulunabilirse bence bu kişilerden çok büyük bir hazine de çıkabilir. Kestirip atmamak lazım. Çok kıymetli bir hazine haline dönüşebilirler. Lakin bu insanların hayatlarına, gönüllerine bir dokunmak gerekiyor. Bilmem anlatabildim mi?

Thomas Erikson diye birisi tutmuş bu konu ile alakalı bir kitap yazmış ve kitabın ismini de ‘’ Etrafım Aptallarla Çevrili ‘’ koymuş. Karmaşık bir konuyu yalın, anlaşılır ve herkesin hayatına dokunabilecek bir halde sunamamakmış bütün mesele. Daha önce de başkaca bir gazetede yazmıştım. İnsan faktörünün olduğu bir yerde Her zaman iki kere iki dört etmez. Bazen Beş eder bazen de üç eder. Çünkü insan faktörü değişkenlik gösterebiliyor.

Biri bu farkı fark edemezse çalıştırdıkları kişilerle aralarında diyaloglar kopar ve aralarında çok kalın duvarlar örülebilir.

Ha bir de pek yorum yapmak istemiyorum ama renklerle bir bağlantı kurulmaya çalışılmış. Ben yorum yapmadan siz değerli okuyucularıma aktarayım. Belki siz bir yorum yapabilirsiniz.

Dört Farklı renge ayrılmış insan davranışları: bakalım nelermiş.

KIRMIZI: Sonuç odaklı, kararlı, rekabetçi kontrolü ele alır ve hızlı hareket ederler.

SARI: Enerjik, iyimser, konuşkan bağ kurmakta çok başarılı kişiler;

YEŞİL: Sakin Sabırlı, takım oyuncusu, uyum ve öngörülebilirliği önemser;

MAVİ: Detaycı, analitik, kuralcı ve titizdir.

Şimdilik bu kadar. Görüşmek üzere.

 

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.