Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı Hasan Kaya yazdı
Ara sıra Tahtakale’ye uğrarım.
Ama bu Tahtakale, sizin bildiğiniz İstanbul’un kalabalık çarşısı değil.
Bu Tahtakale, Biga’nın vicdan terazisidir.
Siyasetin kırıntıları burada çay bardağının dibinde, dedikodular sigara dumanının ucunda konuşulur.
Sessizlik öyle derindir ki, susanlar konuşanlardan daha çok şey anlatır.
Küçük ama ağır bir yer Tahtakale.
Sokaklarında dolaşan söylentiler, bazen bir basın bülteninden daha çok bilgi verir size.
Hele son zamanlarda…
Konuşulan tek şey var:
Ballı Börek Belediyeciliği.
İşçiye Sıfır Zam, Yandaşa İmar
Emekçi 5 bin lirayla ay sonunu getirmeye çalışırken, belediyede “danışman” adı altında maaş çeken birileri her gün lüks araç değiştiriyor.
Çay ocağında oturan emekli, torununun okul masrafını nasıl çıkaracağını hesaplıyor; öte yanda bir başkan yardımcısının eşi üzerine alınan 3. arsa tapusu konuşuluyor.
Bir yanda sıfır zam teklifleriyle ayakta durmaya çalışan belediye işçisi,
Öte yanda “usule uygun” ama vicdana ters ihalelerle ballı börek gibi akan projeler…
Yani anlayacağınız:
Adaletin tabelası var ama terazisi bozuk.
Kulislerde Duyulanlar
Tahtakale’nin çay ocaklarında konuşulanlara göre;
– Belediyede “geçici görevli” diye alınan bazı isimler, asıl işi kamu hizmeti değil, parti angajmanı yapmak.
– Sırf “bizim çocuk” diye kadro verilen bir müdür yardımcısı, rapor üstüne rapor alıp tatil köylerinden fotoğraf paylaşıyor.
– Belediyenin yeni imar planı ise… sanki bazı özel şirketlerin taleplerine göre şekillenmiş gibi.
Halka Hizmet Değil, Ranta Kısmet
Ballı börek belediyeciliği özetle şu:
Emekçiye kuru ekmek, yandaşa su böreği.
Ama unutmasınlar, bu şehirde hâlâ vicdan sahibi insanlar var.
Ve bu insanlar, günü geldiğinde
– sandıkta ya da sokakta –
o ballı böreğin tarifini sorar, hesabını da tutar.
Hasan Kaya
Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı
Hasan KAYA
Ballı Börek Belediyeciliği: İşçiye Sıfır Zam, Yandaşa İmar
Ara sıra Tahtakale’ye uğrarım.
Ama bu Tahtakale, sizin bildiğiniz İstanbul’un Tahtakale’si değil. Bu Tahtakale, Biga’nın siyasetinl, vicdanın nabzını tutan; sıra sıra çay ocaklarının dizildiği, üç beş sandalye atılarak kahvehaneler sokağına dönüşmüş, çayın dumanıyla değil, sessizliğin buharıyla demlenen bir vicdan kıyısı. Herkesin birbirini tanıdığı, herkesin çok şey bildiği ama kimsenin her şeyi söylemediği yer.
Aslında Tahtakale’nin müdavimlerinden değilim. Yolum düşerse ara sıra uğrarım. Oralarda gündem değişmez; sadece isimler yer değiştirir. Herkes bir şey bilir; kimse hiçbir şeyi tam anlatmaz. Ben ise anlatılanı değil, anlatılmayanı dinlerim.
Çok şey duymamak için gitmem. Ama her gittiğimde bir şey duyarım. Orada konuşulanlar haber değil; kimin neyi nasıl çevirdiğinin kısa özetidir. Bir müdürün terfisi, bir işçinin sessizliği, bir başkanın hamlesi, bir esnafın sabrı… Hepsi aynı masada, farklı bardaklarda servis edilir. Lafın tonu değişir; ama içeriği hep aynı kalır: çevrilmiş işler, örtülmüş hesaplar, duyulmuş ama söylenmemiş cümleler.
Kulaklarımı değil, içimi açarım. Duyduklarımı içimde tartarım. Çünkü duymak, bilmek sorumluluktur. Bazen de bilmemek, kirlenmemektir. Ve bazen susmak, en yüksek itirazdır
Bu yüzden konuşulanı değil, konuşulmayanı duymaya çalışırım. Reklam kokan, birilerini veya kendini temize çıkarmaya çalışanların lakırdısını hiç sevmem. Lafın gürültüsünden değil, sessizliğin içinden geçerim. Çünkü hakikat, çoğu zaman sesin değil, sessizliğin içinde saklanır.
Çay biter, laf devam eder; kalkarım. Masada kalanlar manşeti yazmaya devam eder. Ben ise sessizliğimi bir metne dönüştürürüm. Çünkü bazı cümleler kahvehanede kurulmaz; vicdanın içinde demlenir. O demli sessizliği yazıya dökmek için uğrarım oraya. Sadece uğrarım. Fazla oturmam. Neredeyse hiç konuşmam. Ama her gidişimde biraz daha yazıya yaklaşırım.
O gün oturduğum masanın yanındaki masada belediye işçileri vardı. Hem çay içiyorlar hem de kendi aralarında tartışıyorlardı:
“Sıfır zam…
DİSK imza…
Olur mu böyle şey?”
Sırt sırta oturduğumuz için dinlemek istemesen de sesler bizim masadan da duyuluyordu. Arkadaşım kahveciyi çağırdı hem bize hem yan masaya çay söyledi. Çaylar geldi, arkadaş yan masadakilere takıldı: “Bu çaylar sorularla demlenecek. İçmeden kalkmak yok. Şimdi söyleyin bakalım, bu sıfır zam mevzuu ne?”
Belediye işçileri rahatsız oldu. Suçüstü yakalanmış gibi ürkek ve korku dolu gözlerle birbirlerine bakıştılar. “Biz çay ısmarla mı dedik? Ismarlamasaydın. Hem ayıp değil mi, yaşlı başlı insanlarsınız. Başka masanın muhabbetini dinlemeye utanmıyor musunuz?” diyerek çaylara dokunmadan kalktılar.
Ortaya nahoş bir durum çıkmıştı. Kendi aramızda “Ayıp mı oldu, gençlere yanlış mı yaptık?” diye tartışmaya başlamış, konudan uzaklaşmıştık ki kaçarcasına giden işçilerden biri tekrar masaya geldi: “Kusura bakmayın, az önce size kabalık ettik… Sizin yaptığınız da doğru değildi ama bizim de öyle davranmamız gerekiyordu. Yanımızda işçi çavuşu ve onbaşısı vardı, onlar öyle yaptıkları için biz de kalktık… Bir şey söyleseydik başımız derde girerdi… Evet, CHP’li Biga Belediyesi 2025 yılının birinci altı ayında, sayıları 30-35 civarında olan kadrolu işçilerine ‘sıfır zam’ verdi ve bunu da yetkili sendika DİSK ile imzaladı…”
Sessizliğin içinden konuşan, vicdanın nabzını tutan, lafın değil anlamın peşine düşen biri olarak, bu cümleyi sadece duymadım; içimde yankısını hissettim.
O an anladım ki, korku sadece suskunluk yaratmaz; vicdanı da susturur.
Duyduklarıma inanamadım. Emeğin ve işçinin savunucusu olduğunu söyleyen bir belediye, enflasyonun bel büktüğü bir dönemde işçiye sıfır zam veremezdi. Sıfır zam alan işçi suçlu gibi davranmaz; hakkını arardı. Ama belediye sıfır zam verdiği gibi, belediye işçisi de bunu söylemekten çekiniyordu
“Olmaz,” dedim. “Olamaz,” dedim. “Sendika, işçinin sesi olmalıdır. Sessiz kalan sendika, işçiye ihanet eder.” “Halkçı belediyecilik anlayışımızda, işçinin hakkı kutsaldır.” diye kendini yırtan bir sendika, sıfır zamma imza atamazdı.
“Kulaklarım bana oyun mu oynuyor?” diye tereddüt edecek derecede duyduklarıma inanamamıştım. Ama kulaklarımla duymuştum. Masada kıyasıya bir münakaşa devam ediyordu. DİSK gibi bir sendikanın, CHP’li bir belediyede “sıfır zam” gibi bir saçmalığa imza atması… Gerçekten inanması zor.
Sosyal demokrat söylemlerle kürsüleri titreten bir belediye… Emek, ekmek, özgürlük sloganlarıyla meydanları inleten bir sendika… Ve ikisi bir araya gelip işçiye sıfır zam veriyor.
Bu çelişkiyi sadece ben değil, yıllar önce Cemil Meriç de şöyle tarif etmişti: “İdeolojiler, hakikatin yerine geçince zulüm başlar.”
Şimdilerde popülaritesini yitirse de, bazılarınca hain ve dönek diye yaftalansa da Kemal Kılıçdaroğlu zamanında CHP Genel Başkanı iken “Biz bu ülkenin emekçileri için mücadele ediyoruz. Onların alın teri kutsaldır.” diye az nutuk atmamıştı. Yoksa şimdi o devir kapandı deyip CHP yeni adetler mi çıkarıyordu? Ama şimdiki genel başkan da çalışanları ezdirmemek adına asgari ücrete yıllık değil, aylık zam yapacaklarını söylüyordu.
Gel gör ki CHP’li belediyelerde, İzmir’de, Biga’da söylenenlerin tam tersi yaşanıyordu. Bordroya düşen rakam değil, inkârın suretiydi: Sıfır.
Ne enflasyon farkı. Ne geçim payı. Ne insani bir jest. Ne özür. Ne açıklama. Ne vicdanî bir gerekçe. Hiçbir şey. Sadece sessizlik.
İşçiye sıfır zam, vicdana sıfır ses. Bu sessizlik sadece bordroya değil; toplumsal hafızaya da düşen bir çiziktir. Ve o çizik, zamanla yara olur.
Bu olay, yani CHP’li bir belediye ile devrimci bir sendika olduğunu söyleyen DİSK’in işçiye sıfır zam vermesi, CHP’li belediyelerde ayyuka çıkan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarından daha yüz kızartıcı bir durum.
Sokakta “açız, öldük” diye bağıracaksın… Sonra da işçiye sıfır zam vererek boş tabak uzatacaksın. Bunu da DİSK ile birlikte imzalayacaksın.
Her zaman “Aziz Nesinlik olay” deriz; bu da tam Aziz Nesin’in “Bu ülkede en çok susturulanlar, en çok çalıştırılanlardır.” sözünün ete kemiğe bürünmüş hâli.
Bir masa düşünün… Bir yanda belediye, bir yanda sendika. İkisinin de önünde kalem var; ama işçinin sesi yok. İkisinin de cebinde bütçe var; ama işçinin cebinde umut yok. Ve o masada, “sıfır zam” yazan bir protokol imzalanıyor. İmzalanıyor ama kimse “neden?” demiyor. Çünkü “neden?” demek, vicdanı uyandırır. Vicdan uyanırsa, düzen rahatsız olur.
Bir tabela düşünün… Üzerinde “CHP Belediyesi” yazıyor. Altında “DİSK yetkili sendika” yazıyor. Ama tabelanın gölgesinde işçiye sıfır zam veriliyor, boş tabak eline tutuşturuluyor. Sözün bittiği nokta gibi.
Ama bu nokta üç nokta gibi… Devam eden süre giden olaylar zinciri…
Seçimlerde propaganda döneminde “imara açılır” diye dile dolanan yerlerle ilgili çalışmaların olduğu, tepe noktasını daha cazip hale getirip sonra imara açmak için hazırlığın yapıldığı Tahtakale’de konuşulmaya başlamış bile…
İşçiye sıfır zam… Konsere gani para… İmar hazırlığı… Önce alışveriş ve dinlenme merkezi planlaması… Sonra da zeytinliğin imara açılması hamlesi… Ve ardından: “Ama ben milletvekili olurum, beni desteklersiniz” pazarlığı…
Hadi hayırlısı bakalım…
Biga Tahtakale böyle bir yer işte… Dilin kemiği yok… Ağzı olan; var-yok, olur-olmaz konuşuyor… Gitmesen olmuyor, gittiğinde de duyduğunu yazmasan olmuyor… Her duyduğunu da doğruluğunu araştırmadan yazmak ise hiç olmuyor…
En iyisi yerel siyasetin gündeminden uzak kalmak ama… Biga da bu ülkenin bir ilçesi ve bir parçası. Buradaki yerel siyaset gündemi, bazen genel siyasete de ayna tutuyor.
Ve o aynanın şavkı, yazı metnine dönüşüyor. Çayın buharında değil; vicdanın buharında demleniyor. Söz değil; sessizlik konuşuyor. Ve o sessizlik, bir gün herkesin duyacağı kadar gürleşiyor. Çünkü sessizlik, duyulmak için değil; duyurmak için vardır.