Hasan Kaya – Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazısı
Ekrem İmamoğlu’nun Silivri Cezaevi’ne girişiyle birlikte, Cumhuriyet Halk Partisi’nin muhalefet refleksi, beklenenin çok dışında bir rotaya kaydı. Parti, temel muhalefet görevinden uzaklaşarak tüm enerjisini İmamoğlu merkezli savunma, meşruiyet üretme ve imaj yönetimine odakladı. Bu yönelimin hem parti içinde hem de kamuoyunda gözle görülür bir kırılma yarattığı açıkça ortada.
İlginç olan şu ki; CHP’nin siyasi aklı adeta Silivri’ye taşındı. Merkez, politika üretiminden uzaklaşıp bir nevi “İmamoğlu Odaklı İtibar Koruma Bürosu” gibi çalışmaya başladı. Bu durum, seçmen nezdinde karışıklık yaratmakla kalmadı; CHP’nin muhalefet kapasitesini de zayıflattı.
Gazeteci Enver Aysever’in son süreçteki açıklamaları ve İmamoğlu ile yaşadığı polemik, bu gerçekliği su yüzüne çıkaran bir başka örnektir. Aysever’in ortaya koyduğu eleştiriler, “parti içi muhalefetin” susturulması ve tek sesliliğin baskın hâle gelmesi tehlikesine işaret ediyor.
CHP’deki bu ikircikli tavır, “inkârın anatomisi” olarak değerlendirilebilir. Parti, İmamoğlu’nun liderlik hamlelerini açıkça sahiplenmediği gibi, onun dışlanmasına da karşı çıkıyor. Bu gri alan siyaseti, ne parti içinde net bir duruş üretiyor ne de toplumun güvenini tazeliyor.
CHP ya İmamoğlu’nu net şekilde destekleyecek, ya da onu gölgede bırakan bir siyaset geliştirecek. Aksi hâlde, Silivri merkezli bu bulanık strateji, partiyi zayıflatmaya ve seçmeni alternatif arayışlara yönlendirmeye devam edecek.
Hasan KAYA
Aysever–İmamoğlu Diyaloğu ve İnkârın Anatomisi
Ekrem İmamoğlu Silivri Cezaevi’ne girdikten sonra, ülkenin ana muhalefet partisi olan CHP muhalefet yapma görevinden ziyade enerjisini ve zamanının büyük bölümünü İmamoğlu üzerine yoğunlaştırdığı için parti içinde ve toplum nezdinde gözle görülür bir kırılma ve kayma yaşandı.
Ortaya çıkan ikircikli durum nedeniyle de sanki parti merkezinin, politika üretme ve planlama odağı adeta Silivri’ymiş gibi algılar oluşmaya başladı.
CHP’den ülke gündemi ile ilgili içinde Silivri olmayan hiçbir siyasi gündem tartışması ve sorun-çözüm önerisi duyulmaz oldu. Bütün siyasi tartışmalarda söz dönüp dolaşıp hep Silivri’ye bağlanıyor; Silivri üzerinden gündem oluşturuluyor, eylemler planlanıyor, haberler üretiliyor ve kamuoyuna servis ediliyor.
Yandaş ve fondaş yazılı-görsel haberciler, sosyal medya içerik üreticileri ile troller bot hesaplarda; bu sürecin bir parçası olarak zamanın meydan savaşlarını kaleme alan vakanüvisleri misali… Meşhur pehlivan tefrikalarını hatırlatan bir üslupla, Silivri Cezaevi üzerinden gündem kurguluyor; CHP’nin parti siyaseti de sanki Silivri’nin gölgesinde biçimleniyor.
Manipülasyon, algı, kurgu… Yapay, sanal gündemler ve anketler üzerinden parti tabanına ve seçmene umut pompalanıyor. Aklanıp paklanmak için meşru ve gayri meşru bütün unsurlar sahaya sürülmüş durumda, imece usulü bir gayret ile çabalanıyor.
Aslında bu çabalamalar ve gayret ile bir arpa boyu yol alınamadığı gibi halkın desteği de sağlanamıyor. Çünkü halk CHP’nin öncülüğünü yaptığı sürece destek vermediği gibi mesafeli duruşu ile konudan uzak kalmaya çalıştığı içinde halk bir türlü bu hengâmenin içine dahil edilemiyor… Halkın ekseri çoğunluğu süreci suhuletle takip edip çekirdeğini çitleyip olayları fikir beyan etmeden kenardan seyretmekle yetiniyor.
Bütün unsurlarıyla sürece dahil olmuş; bütün enerjisini Ekrem İmamoğlu üzerine odaklayan CHP içinse tablo bambaşka. Parti kendi içinde “Silivri’ciler” ve “Silivri’ci olmayanlar” diye belirgin bir şekilde ikiye ayrılmış olsalar da “birlik içindeyiz” görüntüsü verebilmek için olağanüstü bir güç sarf ediyorlar.
Aslında en büyük handikapları ve korkuları, Eski Genel Başkanları Kılıçdaroğlu’nun parti içinde dalga dalga yayılan ve karşılık bulan “Temizlenip gelsinler…” çağrısının kabul görmesi ve taraftar toplaması… Bu nedenle de parti içinde böylesi bir zemin kayması yaşanmaması ve bloklaşmaya meydan vermemek için aksi fikir beyan eden ve davranış sergileyen herkesi gözünün yaşına ve partideki geçmişine bakmadan hain ve dönek olarak yaftalayıp, demokratik teamüller yok sayılarak CHP’den ihraç ediliyor ve parti ile ilişkisi kesiliyor.
Genel Başkan’ın haftalık Silivri buluşmaları, ardından gelen açıklamalar, duruşmalar… Yaşananlar, yaşanmayanlar, vesaire. Tüm bu hengâmenin ortasında birlik ve beraberlik vurgusu yapılması ve mutlu aile fotoğrafı verilmesi de hep bu yüzden.
Tabii ki bu süreç sadece siyasetçilerle sınırlı değil; medya köşeleri, televizyon yorumcuları, hatta akademik kürsüler ile her biri Silivri merkezli bu kurgunun figüranına dönüşmüş durumda. Herkes kendi rolünü eksiksiz oynuyor: kimi alkış tutuyor, kimileri açıklamaları ile elindeki fırça misali tabloyu toz pembe göstermeye çalışıyor. Anketçiler “Biraz daha gayret, iktidara geliyoruz” diyerek umut pompalıyor; bazıları ise “Pijamamızı çıkarıp geldik” pankartıyla miting meydanında boy gösteriyor. Parti içindeki muhalif sesler bastırılıyor, kavga duyulmasın diye karanlığa ıslık bile çalınıyor. İlk başlarda oğluyla göz göze bakışmaları nedeniyle “Bunlarda kesin bir şey var” dedirten First Leydi bile süreci lehine çevirmek için meydanlara çıktı.
İddianame açıklandıktan sonra “Aklanıp gelsinler…” çağrısı ve düşüncesi parti içinde taraftar bulup yaygınlaşırken duayen gazeteci Mahmut Övür’ün ortaya attığı iddia gündemi sarstı ve fazlası ile tedirgin etti. Silivri eksenli korku dolu kontrolsüz bir telaş yaşanmasına neden olan bu süreçte bir dizi yanlışın yaşanması da kaçınılmaz oldu.
Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan gazeteci Enver Aysever ile Ekrem İmamoğlu arasında sert bir tartışma yaşandığı, Aysever’in İmamoğlu’nun uzattığı eli geri çevirerek “Çek kirli elini; ben hırsızların elini sıkmam” dediğini Mahmut Övür, köşesinde “Yolsuzluk suçlaması Silivri’de kavgaya dönüştü” başlığıyla yazınca, pembe tablo bir anda dağıldı; panik havası başladı ve gündem adeta meydan muharebesindeki savaş alanına döndü.
CHP’li olmasıyla bilinen ve mahallenin sevilen ve sayılan bir gazetecisi olan Enver Aysever’in, “Ben hırsızların elini sıkmam” diyerek Ekrem İmamoğlu’nun elini reddetmesi hem Silivri de hem de tabanda büyük bir etki yarattığı için camdan kulelere atılmış taş misali her şey berbat olacak endişesi nedeniyle yaşanan panikleme ile inkâr ve savunma moduna geçilip, haberi gündeme taşıyan medyada duayen ve ilkeli gazeteciliği ile tanınan Mahmut Övür’ün yaptığı habere “yalan haber” diye yaftalanması ve ağır hakaretlerle linç edilmeye kalkışılması tepki ile karşılandı ve bu telaşın arkasındaki korkunun sebebinin ne olduğunu anlamak için herkesin konu üzerine dikkat kesildiği için haber kulaktan kulağa, ekrandan ekrana ve sosyal medya sayfalarında pik yaptı.
CHP kitlesinde ağırlığı olan Enver Aysever’in “Ben hırsızların elini sıkmam” diyerek Ekrem İmamoğlu’nun elini reddetmesi sanal olarak algı, kurgu ve manipülasyon ile inşa edilen İmamoğlu gündeminin camdan kulelere atılan taş misali camdan kulelerin parçalanma tehlikesi korkusunun yarattığı bir telaş ve paniklemenin dışa vurumundan başka bir şey değildi.
Bunun içinde malumun ilanı yaşanmaya başladı. Onlarca kez sahnelenen “İnkâr” isimli tiyatronun replikleri bu olay üzerinden yeniden kurgulandı. Tezvirat başladı: “Yalan haber, hapishane şartlarında böyle bir fiziki olayın yaşanmasına imkân yok” açıklamaları ardı ardına geldi. Haberi yazan Mahmut Övür’ü itibarsızlaştırma çabasına girişildi. Tartışma büyüdü; bütün savunma unsurları sahaya sürüldü. Silivri de yaşanan ve tabana da yayılma tehlikesi bulunduğu için moralleri bir hayli bozan Aysever-İmamoğlu diyaloğu kaybolup unutulsun diye saman alevi harlandı.
Elini sıktı mı, sıkmadı mı?
Uzattı mı, uzatmadı mı?
Dedi mi, demedi mi?
Mahmut Övür, bu tartışmalardan sonra olayın aydınlanması için “Aysever–İmamoğlu kayıtları yayınlansın” başlığı ile yazdığı yazı ile köşesinden çağrı yaptı. Bu çağrı karşılık buldu.
Barış Yarkadaş, TGRT Haber’de yaptığı açıklamada, Aysever’in avukatıyla görüşmesini aktararak olayın görüntülerinin cezaevi kameralarıyla doğrulanabileceğini söyledi. Bu nedenle Adalet Bakanlığı’nın kayıtları açıklaması gerektiğini belirtti.
“Aysever–İmamoğlu kayıtları yayınlansın” çağrısı ciddiye binince ve olayın doğruluğu hakkında kanaat oluşunca, bu defa olayı yalanlayanlar geri vites yaptı. İkinci kanaldan yayına geçtiler: “İmamoğlu’nun rızası olmadan kayıtların yayınlanması adaletsizliktir, hukuksuzluktur” diye bağırıp çağırmaya başladılar. “Gündemde bu kadar tartışılacak konu varken böylesi teferruat bir meseleyle gündem meşgul edilmemeli” savunmasına yöneldiler.
Aslında inkârcı cenahta Enver Aysever ile Ekrem İmamoğlu arasında “Ben hırsızların elini sıkmam” diyerek elini reddetmesi olayının yaşandığı kabul edilmese de telaş ve panik içinde yaptıkları birbirine tezat teşkil eden açıklamalar ile bu olayın yaşandığı kanaatini zımninde olsa tescillemiş oldular…
Bu saatten sonra olayın tarafı olan Aysever çıksa: “Hayır, iddia edildiği gibi bir şey olmadı” dese dahi inandırıcı olabilmesi için kamera görüntülerinin yayınlanması şart olmuştur…
İnkâr edip bağırıp çağırmanın olayların üzerini örtmek ve kapatmak için işe yaramadığı, gerçeklerin gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu olduğu bu olayda yaşanarak görülmüş oldu. Onun için gerçekleri ters yüz etmenin, inkârla yok saymanın ya da çarpıtmanın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü gerçekler er ya da geç ortaya çıkar ve “Ben buradayım!” diye haykırır.
Ne alaka diyeceksiniz ama yazıma Aleksandr Solzhenıtsyn şu sözleri ile son vermek istiyorum:
“Yalan söylediklerini biliyoruz. Yalan söylediklerini biliyorlar. Yalan söylediklerini bildiğimizi biliyorlar. Yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini biliyoruz. Ama hâlâ yalan söylüyorlar…