AK Parti’de Sarsıntı Derinleşiyor: İstifa Dalgası Sıradan Bir “Affını İsteme” Değil!

AK Parti’de Sarsıntı Derinleşiyor: İstifa Dalgası Sıradan Bir “Affını İsteme” Değil!
Yayınlama: 21.09.2025
A+
A-

Hasan Kaya – Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazısı

AK Parti’de son günlerde yaşanan istifa zinciri, yüzeysel açıklamalarla geçiştirilecek bir gelişme değil. 20 Eylül 2025 itibarıyla sekiz il başkanının aynı anda “affını istemesi”, bir siyasi nezaket gösterisi değil; teşkilatın derin fay hatlarında yaşanan bir kırılmanın dışavurumudur.

Parti genel merkezi, bu istifaları “kardeşlik hukuku” ve “yenilenme süreci” gibi klişe ifadelerle yumuşatmaya çalışsa da, sokakta, teşkilatlarda ve kulislerde konuşulanlar çok daha sarsıcı. Bu gelişmeler, sadece isim değişikliği değil; bir yönetim anlayışının, söylem zayıflığının ve tabandan kopuşun sonucu olarak görülüyor.

“Mevzu Derin”

Şamil Tayyar’ın dikkat çeken “Mevzu derin” çıkışı, sadece kulis bilgisi değil, teşkilatın içsel ruh hâlini yansıtıyor. Partinin vitrini ile mutfağı arasındaki fark, artık sıradan teşkilat mensuplarınca bile dillendiriliyor. İl başkanlarının ardı ardına “affını istemesi”, sadece bir planlı devir-teslim değil; yorgunluk, yılgınlık ve kırgınlığın tezahürü.

Ne Değişti?

Sadece iller değil, ilçelerde de benzer bir huzursuzluk hâkim. Birçok il ve ilçe teşkilatında görev alan isimler, artık partinin tabanla olan bağının zayıfladığını, karar alma süreçlerinde liyakatin yerini sadakatin aldığını dillendiriyor. Bir dönem halkla iç içe olan, dert dinleyen, çözüm üreten AK Parti teşkilatları, artık protokol ve koridor siyasetine hapsolmuş durumda.

Seçime Giderken Alarm Zilleri Çalıyor

Yerel seçimlerde alınan ağır yara, AK Parti’de hâlâ tam anlamıyla masaya yatırılabilmiş değil. Oysa ki bu istifalar, kaybedilen güvenin ve tabandaki sarsıntının çığlığı. İsim değişikliği ile geçiştirilecek bir süreç değil bu. Eğer bu uyarılar doğru okunmazsa, parti kadroları yenilenmeden değil, erozyondan geçecek.

Sonuç Yerine: Gerçeklerle Yüzleşme Zamanı

AK Parti hâlâ Türkiye’nin en büyük siyasi organizasyonlarından biri. Ancak her büyük yapı gibi, içindeki çatlaklar zamanında onarılmazsa, çöküş hızlanabilir. Bu nedenle istifalar, ‘affını istedi’ diyerek geçiştirilecek değil, köklü bir öz eleştiriyle karşılanacak kadar ciddidir. Aksi halde bu “yenilenme”, fırtına öncesi sessizlik olabilir.

Hasan Kaya
Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı

AK Parti’de Ne Oluyor?

AK Parti’de son günlerde yaşanan istifa dalgası, ülke genelindeki sarsıntılı dönemde nezaketle geçiştirilecek ya da görmezden gelinecek kadar yüzeysel değil; bu, teşkilatın derin fay hatlarında bir kırılma. 20 Eylül 2025 itibarıyla sekiz il başkanı affını istedi. Parti merkezi bu gelişmeyi “kardeşlik ruhuyla” açıklıyor. Ancak sokak ve kulisler çok başka şeyler söylüyor.

Şamil Tayyar’ın konu ile ilgili “Mevzu derin” cümlesi, kulislerin nabzını değil, teşkilatın ruh hâlini tarif ediyor. Gerçekten de mevzu, sadece kulis değil; teşkilatın ruh hâli kadar derin. Bu kadar eşzamanlı istifa, sadece “affını isteme” nezaketi ile açıklanamaz.

Kongre sonrası şehirlerdeki çalışmalar “istenilen düzeyin altında” kalmış. Peki bu düzeyin ölçüsü ne? Sandık mı? Sadakat mi? Sessizlik mi? Eksik olan enerji mi, tükenen sabır mı? Yoksa ikisi birden mi?

Çanakkale il başkanı da affını isteyenler arasında. Biga’dan bakınca bile, Çanakkale’deki sarsıntı doğrudan hissediliyor. AK Parti’de taşlar yerinden oynuyor; bu artık sadece bir söylenti değil, sahada hissedilen bir gerçek.

Bu sadece bir görev değişimi değil; sanki bir dönemin kapanışı gibi. Yerel teşkilat suskun, kulisler hareketli. “AK Parti’de ne oluyor?” sorusu artık sadece bir merak değil; bir sorgulama, bir hesaplaşma çağrısı gibi kulaktan kulağa yayılıyor.

“Affını isteme” furyası performansla açıklanmaya çalışılıyor. Ancak teşkilat içindeki hizipler, yerel klikler ve Ankara’ya uzanan sadakat hatları mı yeniden çiziliyor? Yoksa sadakat nutukları atıp da aksini yapanların ortaya çıkması mı söz konusu?

AK Parti’nin teşkilat yapısı uzun bir zamandır iktidarda olmanın sadakat zinciriyle ayakta duruyordu. Zincirin halkaları gevşediğinde, görevden alma değil, “affını isteme” dili devreye giriyor. Nezaket burada bir prosedür değil, bir perde. Ve perde aralandığında görülen değil, açığa çıkan; görevden alınanlar değil, alınamayanların hikâyesi. Nezaket, sessiz bir tasfiyenin dili.

Çanakkale’deki değişim, sadece bir il başkanının vedası değil; bir sessizliğin, bir bekleyişin, bir yeniden hizalanmanın başlangıcı. Yerel teşkilat merkezin nabzını tutmaya çalışıyor. Kim kalacak? Kim gidecek? Kim yükselecek? Bu sorular artık sadece kulislerde değil, sokakta da konuşuluyor.

Ve en çarpıcı olanı: bu değişimlerin zamanlaması. 2028 seçimlerine daha üç yıl var. Ama AK Parti kadrolarını şimdiden şekillendirmeye başlamış.

Hazırlık mı? Temizlik mi? Tasfiye mi? Yenilenme mi? Yoksa içsel bir hizalanma mı? Teşkilat Başkanı’nın tam yetkiyle neşter vurması mı?

Neşterin izi, sadece görev değişiminde değil; teşkilatın ruh hâlinde de okunuyor. Bu sorular artık dışarıdan değil, içeriden de soruluyor. Çünkü bazen en doğru sorular cevaptan önce gelir. Ve belki de bu sorular, sadece AK Parti’nin değil, Türkiye siyasetinin nabzını tutmak için bir fırsattır.

AK Parti’nin “yenilenme” söylemi, teşkilatın iç dinamiklerini yeniden şekillendirme iddiası taşıyor. Ancak bu iddia sahada nasıl karşılık buluyor? Yerel teşkilatlar gerçekten daha dinamik kadrolarla mı yola devam edecek, yoksa sadakat zincirinin yeni halkaları mı takılıyor?

Çanakkale’deki değişim, bu sorunun ete kemiğe bürünmüş hali. İl başkanının vedası, teşkilatın içindeki dengeleri sarsmış durumda. Kiminin sesi yükseliyor? Kimi sessizce hizaya giriyor? Bu sorular sadece siyaset meraklılarının değil, parti tabanının da gündeminde. Çünkü herkes biliyor: görevden alınan her isim, bir başka ismin yükselişine işaret eder. Ve bu yükselişler sadece liyakatle değil, merkezle kurulan bağlarla da şekillenir.

AK Parti, 2028 seçimlerine giderken kadrolarını “en güçlü neticeyi alacak şekilde” kurmak istiyor. Ancak bu güç sadece seçim kazanmakla mı ölçülüyor? Yoksa teşkilat içindeki uyum, sadakat ve sessizlikle mi? Parti içindeki bu değişim dalgası, bir yandan dinamizm vaadi sunarken, diğer yandan merkezileşen karar alma süreçlerini de görünür kılıyor.

Çanakkale’den bakarak “AK Parti’de ne oluyor?” sorusunun cevabını bulmaya, Ankara’nın nabzını tutmaya çalışırken, bu defa sessizlik Çanakkale merkezli Ankara’da bozuldu ve belki de bütün soruların cevap anahtarı kendiliğinden ortaya açılıverdi.

Halkın gözlerinin içine ya da meydandaki kalabalığa baktığında hal ve gidişatı okuyabilen, haftalık ve aylık araştırmalarla halkın nabzını her daim kontrol eden ve kendisinden habersiz bir şey olmaz diye bildiğimiz, şimdi habersiz kalıyor ve “bunlar köpeksiz köy buldular, değneksiz geziyorlar” dedirtecek pervasızlıklar ortalığa saçılıyorsa, o zaman bazı şeyler ters gidiyor demektir.

T24 yazarı Tolga Şardan’ın kulis notları köşesinde, görünürde İçişleri Bakanlığı’nda aslında AK Parti’de kaynayan kazanı açığa çıkardı. Önceki dönem Çanakkale Milletvekili, AK Parti Grup Başkan Vekili, şimdinin Bakan Yardımcısı, yakın zamanda da bakanlık beklentisi içinde olan Bülent Turan, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın kendisine “üvey evlat muamelesi…?” yaptığını Cumhurbaşkanı’na iletti. Erdoğan ise Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’a dönerek şu cümleyi kurdu:

“Hasan Bey, bunlardan bizim neden haberimiz yok?”

Bu soru cümlesi, sadece bir şaşkınlık değil; merkezileşmiş bir sistemin çatırdaması. Bilgi akışının tıkanması, sadakatin yerini sezgiye bırakması. Artık sorular sadece sokakta değil, AK Parti’nin zirvesinde de soruluyor ve sorulan soru da cevaptan önce büyüyor.

Soru cevaptan büyükse, soru cevapsız kalır; yankısı hem sokakta hem zirvede hem gönüllerde hem de zihinlerde duyulmakla kalmaz, askıda kalır, muhatabını bulamaz ve yankılanır.

“Hasan Bey, bunlardan bizim neden haberimiz yok?”

Bu soru; cevapsızlığın gölgesinde büyüyen bir boşlukta yankılanıyor. AK Parti’ye oy vermiş seçmen, feryadını Cumhurbaşkanı’na değil, vicdanına yöneltiyor:

“Dicle kenarında kuzunun hesabı Hz. Ömer’den sorulduğunu kendine düstur edindiğini iddia eden bir gelenekte… Feryatların arşa yükseldiği, sahnede iş bilmezlik ve tarafgirlik ile Reisin bilgisi var edasıyla, ahkâm kesip hüküm verenlerin kol gezdiği bir zamanda bütün bunları biliyor olması gereken bilmiyorsa dur demesi gereken, dur demiyorsa bu sessizliğin vebali büyür. Zalime dur demeyen, mazlumun ahına ortak olur.”

Ama bu defa suskunluk sadece bir ah alma suçu değil; bir sistemin imdat sinyali. Sadakat zinciri çözülürken, liyakat değil, lobi konuşuyor. Teşkilat hizaya değil, hizipleşmeye zorlanıyor. Ve Ankara’da sorulan o soru, artık sokakta yankılanıyor:

“Hasan Bey, bunlardan bizim neden haberimiz yok?”

Bu soru, artık cevapsız değil. Cevap, sokakta yürüyen suskunlukta, teşkilatta dolaşan fısıltıda ve belki de en çok, vicdanında yankılanan o iç sesinde: “Benden habersiz bir şey olmaz” diyenler şimdi habersiz kalıyorsa, bugüne kadar gözü kapalı oy verip her türlü desteği sunan seçmen artık ‘acaba’ diyerek kendini sorguluyorsa, ters giden şey sadece bazıları değil; sistemin kendisidir. Bu, yılların emeğinin; vefasız ellerde heba oluşunun, teşkilatın içindeki sessiz çöküşün ve taban ile seçmenin tahammül sınırının sonuna geldiğinin ilanıdır.

Ve belki de bu ilan, sadece bir siyasi partinin değil; bir dönemin, bir anlayışın, bir sadakat biçiminin çıkmazına işaret ediyor. Çünkü bazen bir soru, cevabından daha gür çıkar. Ve o soru, artık sadece Ankara’da değil; sokaklarında, kahvelerinde, teşkilat odalarında yankılanıyor: “Hasan Bey, bunlardan bizim neden haberimiz yok?”

Gerçekten bunlardan neden sizin haberiniz yok?

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.