Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarı Ahmet Koçak, vatandaşların kamu hastanelerinde yaşadığı randevu sıkıntılarını birebir yaşadığı bir günlük hastane serüveniyle kaleme aldı. Koçak’ın bir aydır geçmeyen öksürük şikayetiyle sağlık hizmeti arayışı, sistemin ne denli işlemez hale geldiğini gözler önüne serdi.
Evine On Dakika Mesafede Dört Hastane Var, Ama Randevu Yok!
Koçak, evine yalnızca birkaç dakika uzaklıkta bulunan Diş Hastanesi, Şevket Yılmaz Araştırma Hastanesi, Yüksek İhtisas Kalp Merkezi ve *Kadın ve Doğum Hastanesi*ne başvurmak istedi. Ancak MHRS üzerinden günlerce denemesine rağmen bu hastanelerden hiçbirine randevu alamadığını belirtti.
“Sistem, beni 40-50 km uzaklıktaki hastanelere yönlendirdi” diyen Koçak, sonunda evinden *15 kilometre uzaktaki Çekirge Devlet Hastanesi*nden güçlükle bir randevu alarak tedavi sürecini başlatabildi.
“Hizmette Erişim Kolaylığı” Nerede?
Koçak yazısında, sadece sağlıkta değil, eğitimde de benzer sıkıntıların yaşandığını hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:
“Tıpkı evinin yakınındaki okulu beğenmeyip, ‘nitelikli’ denileni tercih ederek çocuklarını servislerle kilometrelerce öteye gönderen aileler gibi… Bu durum, hem trafik yoğunluğunu artırıyor hem de ciddi akaryakıt israfına neden oluyor.”
Randevu Sistemi Gözden Geçirilmeli
Ahmet Koçak, bu deneyimi üzerinden yetkililere çağrıda bulundu:
“Sistem ayarlanmalı. Evine yakın hastanelerden randevu almak isteyen hastalara öncelik tanınmalı. Bu hem hasta memnuniyetini artırır hem de şehir içi trafiği ve kaynak israfını azaltır.”
Koçak’ın yazısı, sağlık hizmetlerine erişimdeki sistemsel sorunları kamuoyunun gündemine taşıyor. Randevu sistemindeki aksaklıkların hastalar üzerindeki etkisini bir kez daha gözler önüne sererken, daha adil, erişilebilir ve vatandaş odaklı bir sağlık sisteminin gerekliliğini vurguluyor.
İşte o yazı; BİR GÜNLÜK HASTANE SERÜVENİM
Bir aydır geçmeyen öksürükten dolayı hastanelerden randevu aradım. Uzun süre randevu alamadım. Evime on dakika yürüyüş uzaklığında dört hastane var; Diş Hastanesi, Şevket Yılmaz Araştırma Hastanesi, Yüksek İhtisas Kalp Merkezi, Kadın ve Doğum Hastanesi. Hiç birinden randevu alamadım. Sistem kırk elli km uzaklıktaki ilçelerden alabileceğimi söylüyor. Uğraşa uğraşa nihayet Eve on beş km uzaklıkta Çekirge Devlet Hastanesi’nden randevu alabildim.
Sistem ayarlansa da isteyenlere evine yakın hastanelerden randevu önceliği verilse. Ama olmuyor. Tıpkı evinin yakınındaki okulu beğenmeyen bin bir hileyle daha iyi olduğu söylenen okula kayıt yaptıran veya nitelikli denen okullarda okumak isteyen öğrencilerin evlerinden uzaklardaki okullara servisle gitmesi gibi nedenlerle trafikte yoğunluğa, boşuna akaryakıt harcanmasına neden oluyor bu durumlar.
Zorunlu olarak arabamla yola çıktım. Yoğun olan trafiğe bir de ben yoğunluk kattım. Uzun süre hastane çevresinde arabayı park edecek yer aradım. Uzakta boş bir yer buldum. Evden yürüyerek gelsem de olurdu gibi bir uzaklık.
Muayeneden sonra “akciğer filmi çektir, solunum testine gir, kan tahlili yaptır gel” dediler. Hepsini bir bir yaptım. Film ve solunum testi sisteme girmiş, kan tahlil sonucu 13.30’da sisteme girecekmiş.
Sabahın dokuzundan 13.30’a kadar ne yapayım burada? Karşıdaki büfeden bir simit aldım. Çay da söyledim. Yedim içtim beş dakika geçmiş. Eve gidip gelsem boşuna yakıt yakacak, trafikte kalabalık edeceğim.
Bir banka oturup gelene geçene, hastane binasına bakmaya başladım. Dört katı yer üstünde, üç katı yer altında olan binanın penceresiz tarafına bakmaya başladım. Sanıyorum dekor olsun diye kırk santim aralıkla dikine yarım metrelik çıkıntılar yapmışlar. Uzun kenarı 1.80, kısa kenarı 50 cm olan çıkıntının derinliği de yarım metre. Kalınlığı yaklaşık on beş cm. Boş insanın arkadaşı şeytan olurmuş; şeytan dürttü başladım çıkıntılara gereksiz yere harcanan beton ve demirleri hesaplamaya. Kırk beş metreküp beton harcanmış. Metreküpe yüz kilogram demir koysalar üç ton demir eder. İşçilik, müteahhit kazancı derken toplam maliyeti hesapladım; güncel ederle bir milyon lira tuttu. Adam, bir kat daha yapacağı malzemeyi dekora harcamış. Bu arada memleketimin varsıllığıyla kıvandım. Hesaplamayı cep telefonundan ve bilgileri internetten alınca hesabı çarçabuk bitirdim. Saate baktım on dakika geçmiş. Cep telefonum ve internetim olmasaydı kâğıt kalemle yarım saat geçirmiş olurdum. Teknoloji güzel bir şey de böyle de zaman geçmez ki. Aklıma poliklinik, ameliyathane ve yatan hasta servislerine gidip insanlarla konuşmak, onları gözlemlemek geldi.
Hastaneye girdim. Poliklinikler yüzü asık insanlarla dolu. Hasta insan gülüp oynayacak değil ya. Adı ekranda yanan, adı okunan içeri giriyor. Konuşmayı canlarının istemediği, sıra kendilerine gelene kadar ruh durumu bozuk, dertleriyle baş başa kalmak istedikleri her hallerinden belli insanların arasında uzun süre oturup onları gözlemledim. Bir adamın adını okudular. Baktım, kimse hareket etmedi. Demek ki adam randevuya gelmemiş diye düşünürken eli bastonlu yaşlı bir adam yerinden yavaşça kalktı. Yavaş adımlarla yürüdü. Dört metrelik; ona uzun gelen yola çıktı. Yarı yolda adı bir kez daha anons edildi. O yürüyüş temposunu bozmadan yürümeye devam etti. Tam kapıyı açacağı sırada sonraki hastanın adı anons edildi. Sonraki hasta ondan önce içeri daldı. İçeride neler yaşandı bilemiyorum.
Saate baktım on beş dakika geçmiş. Buradan sıkıldım yatan hasta servisleri hareketli olur diye oraya gittim. Gözden rahatsızların odasıymış. Boş bir koltuğa oturdum. Hastalara cümleten geçmiş olsun dedim. Gözünün biri sargılı yaşlı kadının yanındaki kırk yaşındaki esmer kızına sorular sordum. Yanıtları toplamı:
“Annem olur. Seksen beş yaşındadır. Orhaneli’ne bağlı bir manav köyündeniz. Dedem Çanakkale’de şehit olmuş. Babam yetişmiş ama tarlalara, hayvanlara yetişemez olunca komşu köyden on dört yaşında bir kızla evlendirmişler. Kıza işler o kadar ağır gelmiş ki, kızcağız altı ay olmadan babasının evine kaçmış. Sonra annemi almışlar. Bu dayanmış. Beş çocuğu olmuş. O tarlaların geliriyle beş çocuğu büyütmüş. Evlenmemiş, evde kalmış erkek kardeşimle annem köyde yaşıyorlar. Bizi besleyen büyüten tarlalar annemle kardeşimi beslemeye yetmiyor. Babam ölünce anneme bağlanan emekli aylığıyla geçinmeye çalışıyorlar. Erkek kardeşim Sık sık “Annenize bakıyorum bana para gönderin” der; annemin aylığını, tarlalardan gelen geliri bitirir üzerine daha para ister. Aldığını içkiye verir…”
Saate baktım yarım saat geçmiş. Burada da olmayacak en iyisi ameliyathanenin bekleme salonu. Oraya gittim. Başladım hasta bakıcıların ameliyattan çıkan hastaları servislere, servislerden ameliyat olacak hastaları ameliyathaneye taşımalarına bakmaya. İstanbul trafiği gibi işliyor. Her bir hastanın bir hikâyesi var ama onları dinleyen yok; onlar için ilk, hastane personeli için sıradan olan ameliyata girip çıkıyorlar. Altmış yaşlarında bir adam ortada gezip duruyor. Gören de doğacak çocuğunu bekliyor sanır.
“Ne oldu? Neden telaşlısın?”
“Hanım ameliyatta. Ondan çok önce girenler çıktı o hâlâ çıkmadı. Aha bu gelen benim hanımdır. Ayaklarından ve çenesinden tanıdım.” dedi. Zaten sedyede yatarken sadece oraları gözüküyor. Sedye yaklaşınca beyaz sakallı bir adam çıkmasın mı? Adama takıldım:
“Ameliyatta çok uzun kalınca senin hanımın sakalları çıkmış:” nezaketen gülümsedi ve eski telaşına geri döndü. Ben de adamın karısını beklemeye başladım. İnsanın beklerken bir amacı varsa vakit tez geçiyor. Saat on üçte adamın karısı ameliyattan çıktı da ikimiz de derin bir oh çektik.
Polikliniğe gittim. Doktor:
“Sonuçlar normal. Merak etmeyin bir şeyiniz yok. Size bir öksürük şurubu yazayım geçer.” dedi ve hastaneden ayrıldım.
ahmet.kocak16@hotmail.com.