Gazeteci-Yazar Hasan Mesut Ekmen’in kaleminden sarsıcı gerçekler…
Bir zamanlar emeklilik, bir ömrün alın terine karşılık huzur, dinlenme ve insanca yaşam demekti. Bugün ise Türkiye’de emeklilik, giderek daha fazla insan için yalnızlık, yoksulluk, soğuk ve sahipsizlik anlamına geliyor. Bu gerçek, artık istatistiklerden ibaret değil; sokakta, pansiyon köşelerinde, ortak tuvaletli odalarda, gecenin ayazında sabahı bekleyen emeklilerin hayatında somutlaşmış durumda.
Bu ülkede, geceliği 200 lirayı bulan, kimi zaman odası bile olmayan, banyosu-tuvaleti ortak mekânlarda hayatta kalmaya çalışan emekliler var. Bastonuna yaslanmış, nereye gideceğini bilmeyen, soğuktan korunmak için sabaha kadar sokakta oyalanan yaşlılar var. Devlet huzurevleri dolu. Özel huzurevleri ise “maaş yetmez” diyerek kapıları yüzlerine kapatıyor. Sonuç ortada: Emekli ortada kalıyor.
Tam da bu noktada insanın içini acıtan o soru yüksek sesle soruluyor:
Aidat toplayan Emekliler Dernekleri nerede?
Dernek dediğiniz şey bir tabela değildir. Bir koltuk, bir makam odası, bir protokol fotoğrafı hiç değildir. Dernek; üyesinin dara düştüğünde ilk çalacağı kapıdır. Dernek; aidat alıyorsa, bunun karşılığında sorumluluk almak zorundadır. Bugün binlerce, on binlerce emekliden düzenli olarak aidat toplayan dernekler bulunuyor. Ancak pek çok emekli, ödediği aidatın karşılığında ne aldığını bilmiyor. Kaç üye var, ne kadar para toplanıyor, bu paralar nereye harcanıyor? Çoğu zaman cevap yok, şeffaflık yok, hesap yok. Oysa o aidatlar kimsenin şahsi geliri değildir; emeklinin alın teridir.
Burada altı özellikle çizilmesi gereken çok önemli bir gerçek var:
Sendika ile dernek aynı şey değildir.
Sendikalar çalışanlar içindir; toplu sözleşme yapar, grev hakkına sahiptir. Emekli ise hukuken sendikal haklardan yararlanamaz. Emeklinin elinde kalan tek örgütlü yapı derneklerdir. Dolayısıyla barınma, sosyal destek, yalnız kalmama, zor günlerde sahip çıkılma sorumluluğu doğrudan bu derneklerin omuzlarındadır.
Peki soralım:
Aidat toplayan bu dernekler, sokakta kalan emekliler için ne yaptı?
Soğukta titreyen bir emeklinin elinden kim tuttu?
Misafirhaneler kimler için var, kaç emekli gerçekten yararlanabiliyor?
Sosyal tesisler neden emeklinin hayatına dokunmuyor?
Bir dernek, üyesi sokakta kalırken;
makam odasında sıcak oturuyorsa,
aracı, personeli, ayrıcalıkları varsa,
ama aidat ödeyen emekli yalnızlığa terk ediliyorsa…
orada artık basit bir eksiklikten değil, derin bir vicdani kırılmadan söz edilir.
Bu yazı bir suçlama değildir.
Bu yazı bir düşmanlık değildir.
Bu yazı açık bir hesap verme çağrısıdır.
Kimse derneklerden lüks istemiyor. Kimse ayrıcalık, konfor talep etmiyor. İstenen son derece basit ve insani:
Bir emekli soğukta kalmasın.
Bir emekli barınacak yer aramasın.
Bir emekli “beni unuttular” demesin.
Dernekler, sadece aidat toplamakla görevini yapmış sayılmaz. Protokol fotoğraflarıyla, süslü açıklamalarla sorumluluk tamamlanmış olmaz. Dernekler, varlık sebeplerini en zayıf üyeleri üzerinden ölçmek zorundadır.
Bu noktada meseleyi yalnızca devlete ve hükümete yıkmak da doğru değildir. Ancak devletin, aidat toplayan ve kamu yararına faaliyet yürüttüğünü iddia eden bu dernekleri düzenli, ciddi ve şeffaf biçimde denetleme sorumluluğu vardır. Bu bir baskı değil, emeklinin hakkını koruma görevidir.
Sorular nettir ve cevapsız bırakılmamalıdır:
Kaç emeklinin hayatına dokundunuz?
Kaç emekliyi yalnızlıktan kurtardınız?
Kaç emekli “iyi ki bu derneğe üyeyim” diyebildi?
Eğer bu soruların cevabı yoksa, sorun da küçümsenecek gibi değildir.
Emekli bir yük değildir.
Emekli bu ülkenin hafızasıdır, duasıdır, geçmişidir.
Ve bir toplum geçmişine sırtını dönerse, geleceğini de kaybeder.
Bu yazı bağırmıyor ama iç yakıyor.
Suçlamıyor ama vicdanları rahatsız ediyor.
Çünkü bu yazı; soğukta kalan emeklinin, yalnız kalan yaşlının,
“beni duyan var mı?” diyen bir yüreğin sesidir.
Dernekler koltukla değil, hizmetle anılır.
Aidatla değil, vicdanla ayakta durur.
Ve artık şu sorunun cevabı kaçınılmazdır:
Emekli var, aidat var, dernek var…
Peki gerçekten sahip çıkan var mı?