Zeki Baştürk
Sosyal medyasında
Ege’nin kolyesini paylaşmış.
Mutluluk ve içsel bir yolculuğun tadını çıkarıyormuş.
Günübirlikçiler, Erdek Darboğazı’nda verdiği havalı pozlar sonrası
mahalleyi toplayıp ballı ballı anlatan,
hatta fuarlarda manşete geçen yazarların
şiirlerini belediye plajında abartılı bir makyajla sunmasına şaşkınca dinlemiştik.
Fakat,
mavi koyların içsel huzuruna kavuşan Zeki Baştürk,
kışlık konserve abalarımızı kıskandıran bir modu gözümüzün içine sokmuştu.
Kederli yazgılarını, susuz Bursa günlerini
ve kir bulutlarının taşıdığı hüzünlü akşamları yaşayan
buraların yerli ve milli şairleri, yazarları…
Mavinin arındırdığı her gün,
yeniden doğmanın inkâr edilmeyen huzurunu taşıdığını dile getiren Baştürk,
kendinle barışık yaşamanın,
“an”da kalmanın bir tedavi olduğunu satırlara iliştiriyor.
Mahfel’de kalabalık yalnızlığı taşıyan kışlık konservelere,
insanın doğasını ve doğanın doğurduğu sonsuz bahçeyi
ve görkemli Babil bahçelerini bile daim kıskandıran çiçeklerin
narin ve alımlı güzelliklerini çağın direnişinde ortaya koyuyor.
Galiba, Kumla sahilinde
renksiz ve kuruyan dal parçalarına tutunmuş pozlarla
bir mahalleyi ayaklandıran ağızların
gözlerine inanmadığı bir güzelliği sunuyor bize.
Derin diplerin ve çarşafa dönen akşam denizinin
terli saç diplerinde kaldığı anıları aktarıyor.
Yeşilin ve ihtişamlı doğanın bereketinde nefeslenen üstadımız,
ağabeyimiz, Mudanya’ya bir selam çakıyor.
Öyle ya,
kendi şiirini Antik Mısır ezoterizmine kadar yücelten şairlerimizin,
Ege ve gecelerinde söyleyecek heceleri
ve noktadan önce susturacak çocukları vardı.
Ve kanepe boşluğuna göbeğini salan,
taksitli aldığı televizyonda küresel aklı anlayacak kadar donanımlı hale geldiğinden
uyuyup kalırdı.
Kahreden kuş seslerini duymayacak,
akşamın romantik yalnızlığını hiç yaşamadan
horlayarak geçirecekti yıllarını.
Ve her daim olduğu gibi,
saçını süpürge yapmış kışlık konserveyi
bir sanat şaheseri gibi satacaktı.
Demem o ki;
Zeki Baştürk,
bir memleketin devrimine ve denizine
tarihî bir fotoğraf bırakarak bizleri yalın bir hüzne soktu.
Editõr: Ferit Bilge Gültekin