Bursa Vatan Medya Gurubu köşe yazarı Zeki Baştürk makalesinde;
“Zamana aşk sür “. adını vermiş şiir kitabına Bülent Elitok. Küçük, sevimli bir kitap. (80) sayfadan olusan kitabın icinde (67) şiire yer verilmiş. Sarmal Çevrim dergisinin ve Sus Kitap yayinevinin sahibi Bülent ELİTOK, kitabını imzalayarak armağan etme inceliğini gösterdi. Kitap, küçük, sevimli ama içeriği, kapsamı çok büyük. Ne demek istediğimi biraz sonra sizler de görecek ve anlayacaksınız.
Öncelikle kitabına adını veren siirinden başlayayım: ” Zamana
aşk sür.” Ne anladığımı açıklamaya çalışayım.
Zaman, insanın en büyük sınavıdır. Akıp gider, durmaz. kimini yorar, kimini olgunlaştırır. Bize düşen, bu akışın önünde çaresizce sürüklenmek değil, ona bir anlam katabilmektir. İşte tam da burada aşk devreye girer.
Aşk, yalnızca iki insan arasındaki bağlılık değildir; yaşamın kendisine duyulan derin bir bağlılıktır. Bir çocuğun gülüşüne, bir ağacın gölgesine, bir türkünün titreyişine, bir dostun eline, bir halkın özgürlük özlemine duyulan sevgidir. Böyle bir sevgi, zamanı boşa tüketmez; ona renk, koku, ses katar.
Çok güzel ve yoğun imgelerle yazılmış dizeler var bu kitapta. Her birini tek tek açalım:
“Yetim bakışlı kuşların ıslığı soğuk.”
Kuşlara “yetim bakış” yakıştırması yapılmış. Bu, yalnızlık, sahipsizlik, korumasızlık duygusunu çağrıştırıyor. Kuşların ötüşü yani “ıslığı” da sıcak, neşeli değil; “soğuk”. Yani umut yerine hüzün, neşe yerine kimsesizlik anlatılıyor.
“Suyu buza çeviren acıydı bakış.”
Burada bir bakışın şiddeti, soğukluğu, kırıcı etkisi vurgulanıyor. Normalde yaşam veren, akışkan olan su, bu bakışın acısıyla donuyor. Acının, duygular üzerinde yaşamı durduran bir etkisi var.
“Ellerinde yıldızları besleyen anne.”
Annenin elleri umut, ışık, düşler ve geleceği (yıldızlar) besleyen bir kaynak olarak sunulmuş.
Bu imge, annenin anaçlığını, sevecenliğini koruyuculuğunu, evrensel bir ışık kaynağı gibi gösteriyor. Yalnızlık ve acının karşısına anne sevgisi, umut ve besleyici güç çıkarılıyor.
Bu dizeler, yalnızlık ve acının soğuk yüzü ile anne sevgisinin sıcak ve umut verici elleri arasında bir karşıtlık kuruyor. İlk iki dize hüzünlü bir atmosfer çizerken, son dize bir ışık, bir çıkış kapısı gibi umut veriyor.
Salt şiirsel imgeler yok elbette bu kitapta. Ülkemizden insan manzaralarına da yer verilmiş.
” Nasıl öyle sessiz nasıl…
Tanıyan yok birbirini on yıllık komşu”
Nasıl böyle yabancı olduk birbirimize. Nasıl da uzaklaştık birbirimizden. Nasıl işledi yüreğimize ilgisizlik, duyarsızlık, sevgisizlik…
“Ne güzel çekilmiş herkes köşesine” dizesiyle de vurdumduymazlığı, boşvermişliği ne de güzel anlatıyor değil mi? Topluma ne denli güzel ayna tutuyor. Aynada kendimizi görüyoruz.
Halkın derin yoksulluğunu, umarsızlığını da çarpıcı bir dille anlatmış.
“Peyniri eksik sofrayı dargın topluyordu örselenmiş yüreği.”
Burada “peyniri eksik sofra” aslında yoksulluğu, geçim sıkıntısını, eksik kalan yaşamı simgeliyor. Sofra tam değil, yarım kalmış. “Örselenmiş yürek” ise çokça incinmiş, hayal kırıklıkları yaşamış, kırılgan bir kalbi anlatıyor. Bu kalp, eksikliğiyle, yoksunluğuyla o sofrayı topluyor; yani hem yaşamı sürdürmeye çalışıyor hem de içindeki kırıklığıyla mücadele ediyor.
“Gözleri kör kuyunun uğultusu yalnız bir kadının çaresiz bakışında.”
“Kör kuyu” umutsuzluğu, çıkışsızlığı simgeliyor. Kuyunun dibinde ışık yoktur, sesler yalnızca yankı olur. “Uğultu” ise hem içsel bir çığlık hem de duyulmayan bir feryadı çağrıştırıyor. Bu uğultu, “yalnız bir kadının çaresiz bakışında” vücut buluyor. Yani kadının gözleri, umut ışığı yerine karanlık, yalnızlık ve çaresizlikle dolu.
Genel olarak bu dizeler, yoksulluğun, yalnızlığın ve içsel kırıklığın resmini çiziyor. Sofrada eksik kalan bir peynir, kadının gözlerindeki dipsiz kuyuyla birleşince, yaşamın hem maddi hem manevi yoksunlukları simgesel bir şekilde aktarılmış oluyor.
Kimi imgelerini doğanın güzellikleriyle anlatmayı yeğlemiş.
“Yeni toplanmış kekik kokusunda hasret” dizesi, çok güçlü bir çağrışım taşıyor.
Kekik, Anadolu’nun dağlarında yetişen, doğallığı, tazeliği ve doğayla iç içe yaşamı anımsatan bir bitki. Yeni toplanmış olması ise hem canlılığı hem de doğrudan köklere, toprağa, eve ilişkin bir yakınlığı anlatıyor. Bu kokunun içinde “hasret”in bulunması, özlemin somut bir doğa imgesiyle bütünleştiğini gösteriyor.
Yani kişi, belki köyüne, ülkesine , çocukluk günlerine ya da sevdiklerine özlem duyuyor. Kekik kokusu, onu bu özlemin içine çekiyor. Hasret, artık yalnızca duygusal değil; burna gelen bir koku kadar gerçek, hissedilir bir şey haline geliyor.
Eğitimdeki çöküşü, çocuklarımızı yarış atına çeviren sınav sistemini de eleştirmekten geri kalmıyor:
” Öğretmen çağırın yarışa hazırlasın atları” dizesiyle eğitimdeki bu çöküşü bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor.
Genelde serbest türde yazılmış şiirlerin yanında ikilikler ve dörtlüklerle yazılmış şiirler de var. Benzetme ve kişileştirmelerle şiirlerine özgünlük kazandırmış.
Zamana aşk sürmek, yaşamın sıradanlığını aşmak demektir. Günlük telaşların, bitmek bilmez kaygıların içinde, küçük bir gülümsemeyle zamanı güzelleştirmek; bir sözü, bir emeği, bir fedakârlığı kalıcı kılmaktır. Çünkü aslında aşk, zamana karşı insanın direnişidir. Aşk varsa zaman yenilmez, aksine çoğalır, derinleşir.
Belki de bize düşen tek görev budur: Ardımızda kuru bir takvim değil, sevgiyle yoğrulmuş izler bırakmak. İnsan, ancak o zaman zamana hükmedebilir.
Zamana aşk sür; çünkü yaşam , sevgiden başka hiçbir şeyle değer kazanmaz.
Ellerine, emeğine, yüreğine sağlık değerli dost Bülent ELİTOK. Okurun çok olsun.
Zeki BAŞTÜRK